Ağustosun yakın arkadaşı, ekimin kardeşi, yazın gözyaşı, umudun rüzgârı, korkuların körükçüsü, kimilerinin doğum günü, kimilerinin yıl dönümü, kasımpatların ulağı, sonbaharın en uysal çocuğu, ayların realisti, yaprakların Azrail’i, yağmurun sevgilisi, takvimlerin en çizgilisi, bestelerin ilhamı, zamanın gecesi, kalanların derdi, gidenlerin vedası… Eylül sarı, eylül turuncunun yası!
Ne çok şey biriktirdim ben sende. İlk başlangıçlar, hep bu son deyişler, gidenler, hiç gelmeyenler, ince sızılar, biraz serzenişler, hazan kokan cümleler, mahpuslar, bağırmalar, susmalar, sabırlar, yağmalanmalar, yanmalar, solmalar, kapanan kapılar, atılan topraklar ve artık son damlalar… Evet artık son damlalar… Emanet başım üstüne biliyorum ama aradan çekiliyorum. Teslim oluyorum eylül!
Bana eylülü hatırlatan Nilüfer’in Çok Uzaklarda şarkısını da sahibine armağan ediyorum. Artık kuşların sesini duyuyorum. Çınardan dökülenler gibi önce savrulup sonra tekrar dirilmek için hazırlanıyorum. Çamlar neden yaprak dökmez bunu düşünüyorum. Bulutların farklı renklerine anlam yüklemiyorum, yıldızlar kaydığında artık dilek tutmamam gerektiğini biliyorum. Doğanın muhteşem mucizelerinin benim deli kalbimle hiç alakası olmadığını geç de olsa artık idrak ediyorum. Kahveyi şekersiz içmeyi deniyorum. Yemeği de tuzsuz yiyorum. Aramıyorum artık eski günleri. Yeni bir kitaba başladım. Eski defterleri kapladım. Bol soğuk su içiyorum. O günlerin tatlarını, kokularını, geçmişin tüm renklerini unutmak için yeni tatlara, kokulara ve renklere çay demliyorum. Tütsüleri yaktım, camları açtım; tüm sarsılmışları, dağılmışları, can yaralarını, kurumuş her neyse her şeyi al yanına ve kapı açık çık dışarı. Dönme eylül!
Kaybolmak, kaybetmek bu kadar kolay ve yakınken gölde her sabah selfi çekmenin anlamını arıyorum. Bu neyin kibri çözemedim. Değemedim, direnmeyi bilemedim ya da bitiremedim. Senin yüreğin yoktu ben belki de bununla baş edemedim. Kalbin parmaklıklar ardında, mührün kara! Ben yetemedim. Tükendim. Haberin yok eylül!
Üzgünüm eylül, artık seninle hiçbir ilişkimiz kalmadı. Gidiyorum, baharlardayım, en kavurucu yazlardayım belki en çetin kışlardayım ama en sevdiğim güzlerde değilim, bil istedim. Bende seni hatırlatan bir şey yok, ceplerimi boşaltım, çantanı teslim ettim, borcumu son kuruşuna kadar verdim, dünlerin senedi bitti. Dökülen yaprakları, düşen yağmurları, yıldırımları, savrulan dalları, çekilen perdeleri, esen tozları, ağır sözleri, yerinden kalkmayan tahminleri, en soğuk bekleyişleri, durmak bilmeyen zamanı, analık gibi vuran yılları… Daha kim bilir neleri, toprağına gömdüm eylül… Boy verir mi vermez mi? Çiçek açar mı açmaz mı? Meyvesini döker mi dökmez mi, bunun bir önemi yok. Açıkçası bir tahminim yok, merak da etmiyorum. Unuttum eylül!
Bırak şimdi bunları! Dudak büzmenin, boyun büküp gözyaşı dökmenin ne faydası olacak. Terk ediyorum seni. Yanlış anlaşılmaktan, kırmaktan, vurmaktan, kocaman bağırmaktan, öyle hiçbir sebep yokken gülmekten, mutluluktan, ağlamaktan, kanamaktan, gelecekten, batan güneşlerden… Korkmuyorum eylül!
Sen hiç olmamışsın gibi devam edebilirim. Işığa ihtiyacım olduğunu kim söyledi? Bilinmez yollara haritasız çıkabileceğimi öğrendim. Nefes alabiliyorum artık! Güneş daha aydınlık, ay her gece dolunay, çiçeklerin hepsi ıhlamur kokuyor, rüzgâr hep ılık… Manzara yeşil, mavi ya da gri ne fark eder. Bitti artık! Rastlaşırız belki. Bunu isteyerek söylemiyorum. İhtimalleri cebime atıyorum. Hazırlıksız yakalanmaya gücüm de cesaretim de yok. Sıfırdan ama on adım önde, sağlam yürüyorum. Attığın o kurşunları sırtımda hâlâ taşıyorum. Ben ayaktayım ama…
Seni bitirdim eylül!