Lento Söyleşileri: Işıl Yücesoy

 

 Sizi tiyatroculuğa yönlendiren süreçte halanız Muazzez Kurtoğlu’na hepimiz çok şey borçluyuz. Doğru yönlendirilmiş bir yeteneği ziyan olmaktan kurtarmış diyebiliriz. Sanatçı bir aileye doğmuş, onlarla büyümüş olmak sizi nasıl etkiledi?

 Gençken, daha neyi ne zaman yapmayı bilemediğin zamanlar sana göre her şey toz bulutken  yanında seni anlayan, yardımcı olan ve yol gösteren birilerinin olması insanın hayatında büyük bir şanstır. Muazzez Hala’m da benim için gerçekten bir kuyruklu yıldız olmuştur. Kendisine hep borçlu oldum ve minnet duydum. Çünkü şimdi düşünüyorum da başka hiç bir mesleğim olamazdı. Beni, karakterimin özelliklerini yapabileceğim ya da yapamayacağım şeyleri tahmin ettiği için ve kendi tecrübesi ile doğru yönlendirdiği için ve bana hiç düşünmediğim bir hayat yolu çizdiği için bu minnetim. 

 Sanatçı bir aileye doğmuş olmak demek (eğer o mesleği seçiyorsan) daha baştan bir sürü kurallarla akitname imzalamış olmak demektir. Eğer bir bayrak yarışını devam ettirmeye niyetliysen o bayrağı asla yere düşürmemeye çalışmalısın. Ve bu çok büyük bir özveri, çalışma ve disiplin gerektirir. Yorucu mudur? EVET. Çok büyük fedakarlıklar mı ister? EVET. Hayatının bütün bir şablonunu bu olguya mı oturtursun? EVET. Peki değer mi? EVET. Hayatta başka hiç bir şey yapmayı düşünmedim. Ve mesleğimi çok severek ve inanarak yaptım. Bin şükür .

 Sanatı, yetenekler üzerine kurulmuş bir iş olarak tanımlıyorsunuz. Bununla birlikte “sanatçı” yaşamı sizce neleri gerektirir, sanatçı en çok nelere sabretmelidir mesela?

 Evet. Sanatın hangi dalıyla uğraşıyorsanız. Yetenek çok önemlidir. Çalışmayla onu daha parlatabilir ve daha ileriye taşıyabilirsiniz. Ama yetenek yoksa  ruhsal olarak etkin olamazsınız. Meşhur olursunuz ama sadece figür olarak. Bir gün unutulmaya mahkum olursunuz . Zanaatkarlık başkadır. Sanatçı olmak başka . 

 Sanatçı sabırlı olmalıdır. Her yaptığınız şeyin dalgalar vuran sahilde kumda yazı yazmak olduğunuzu unutmayacaksınız. Hayatınızda hep (BİR DAHA) olacak. Amaç en iyisini bulabilmek. Ama hiçbir zaman onu bulamayacaksınız . Çünkü son yaptığınız şeyin de daha iyisi var ne yazık ki ve eğer gerçek bir sanatçı olma umudundaysanız (ROL MODEL) olduğunuzu hiç aklından çıkarmayacaksınız. Yani günün sonunda ortaya çıkan şu: seveceksiniz ve emek vereceksiniz. Hayat gibi. Çocuk yetiştirme gibi.  

 Sahneye ilk çıktığınızda “Arda” ismiyle söylediğiniz ilk şarkıyı hatırlıyor musunuz? Müzik yapmaya nasıl karar verdiniz? Memuriyet, müzik ve tiyatro arasındaki varoluş serüveniniz arasında bocaladığınız oldu mu, yoksa hep ne yapmak istediğinizden emin miydiniz?

 Hatırlamaz olur muyum? Dün gibi. Ankara’da, Süreyya Gazinosu’nda. Şanar Yurdatapan orkestrası ile ve bir yılbaşı gecesi. “Balalayka” adlı bir şarkıyı seslendirmiştim . Tıfıl bir genç kız. Şarkıcılıktan, mesleğin inceliklerinden haberi yok . Sadece sesin güzel diyorlar. Ne medeni cesaret ama! İnsanlar sanki üstüme üstüme gelmişti o gece. Unutmak mümkün değil… Hayatta hep risk almalı prensibine çok sıkı sıkıya bağlı bir kadın olarak iyi ki yapmışım diyorum şimdi. 

 Hayatım boyunca labirentlerden ve tek düzenlikten çok sıkılıdım. Yeni bir heyecan duymadığım, üretemediğim hiç bir yerde olamadım bu güne kadar. O yüzden yol haritamı çok sık değiştirdim . Aslı tiyatro olan yan dalları denedim ve iyi ki  yaptım . Hem hayatım renklendi hem yeni heyecanlar ve deneyimler yaşadım . Yani 79 yaşıma kadar mesleğimi dolu dolu yaşadım . 

 Benim gibi 2000’lerde çocuk olanlar da belki aynı hissi yaşamıştır, sizi Üvey Baba dizindeki “Hanımağa” rolünüzle tanımıştım –hatta babam bana öyle seslenirdi- ve sizden uzun yıllar ürkmüştüm. Bugün benim için o rolden çoktan çıktınız ve o his, güzel günlerden kalan tatlı bir duyguya evrildi. Şimdilerde de yeni neslin tanıdığı bir oyuncusunuz. Kuşaklara iz bırakmak size ne hissettiriyor?

 Sanatçı iz bırakmak ister. Özel hayatının dışında bunun için, kalıcı olmak için didinir. Ne kadar becerebildim bilmiyorum ama hala bunun için, diri kalmak ve seyircimin, dinleyicilerimin gözüne dimdik bakabilmek ve hala varım diyebilmek için çalışıyorum inanın bana. 

 Bir Evet Yeter ile başlayan her şeyinizi kendiniz yapma süreciniz, emeğiniz ve bugün geldiğiniz nokta. “Yaşadım!” diyebiliyor musunuz geriye baktığınızda?

 Dolu dolu. Soluk aldığımın, yaşadığımın bilincine vararak. Biraz önce de dediğim gibi risk aldım ömür boyu. İnanmadığım hiçbir şeyi yapmamaya gayret ettim. Yanıldığım şeyler de oldu arada . Duygusal baktığım aptalca şeyler. O zaman da bütün gemileri yakmaktan hiç çekinmedim. Çünkü başarı başarısızlıkla kardeştir. Hatta başarısızlık biraz daha fazla yaşar hayatımızda. Ama olsun. Her başarısızlığın eğer gayret edilirse başarı getirme umudu vardır. Ve hayat hep bu umut üstüne inşa edilir zaten, iş de,  aşk da, dostluk da…

 Radyo tiyatrosu yazmak, tiyatro yönetmek, albüm yapmak, oyunculuk… Mesleğime hiç ihanet etmedim, hepsi söz’den geliyor, diyorsunuz. Kendini her anlamda sanata adamış olmak, sizin varoluşunuzu en iyi özetleyen şey sanırım…

 Ben hep aynı şeyi yapmaktan çok sıkılırım . Üst üste iki saat matematik çalıştığımı hatırlamıyorum öğrencilik yıllarımda. Hoş ona da kafam hiç çalışmaz ya neyse… İzmir, Bursa devlet tiyatroları. Aynı rejisörler, aynı oyuncular… 4-5 yıl tam bir labirent. Taze kana, kendini yenilemeye, aşmaya ihtiyaç hissediyor insan. Gizli kaçak sahneye çıkıyorum yeni bir heyecan için . Karşıma bir fırsat çıkıyor: Egemen Bostancı. Hadi kalk gel İstanbul’da şarkı söyle diyor. Ve istifa. Büyük bir risk. Sonunda Anne Maria Davit ve Erol Evgin’le sahneye çıkış, uzun yıllar sonra takdir amaçlı kafamızdan dökülen ıslak güller, peçeteler, dinleyici profilinin hızla değişmesi benim tercihlerim için yolun sonu ve 1989’da tekrar İstanbul Devlet Tiyatrosu. Onlarca oyun. Emeklilik, diziler… Konserler… Sosyal medyada var olma çabaları, plaklar ve hala devam eden serüven.

 Tiyatroya ara vermenizin sebebi ve sizi tekrar tiyatroya döndüren neydi? Oyunculuk ve müzisyenlik ayrı ayrı sizin için ne ifade ediyor?

 Bu sorunuza yukarda cevap verdim sanıyorum. İkinci sorunuzun cevabı ise çok basit . Hiç birbirinden ayrılmıyor. Ana eksen söz. Yaptığım her şey sözden hareket ediyor. Kelimelerin büyüsünü, alt anlamını keşfetmeye çalışmak, onları vurgularla anlamlandırabilmek ve yorumlama benim için inanılmaz bir heyecan. Dolayısıyla ortada ihanet yok, tam tersi tam bir sadakat var. 

Fikret Şeneş ile usta-çırak ilişkinizden ve Vefa albümünüzden bahsedelim, serüveni nasıl gelişti?

 Ah Fikret Şeneş… Benim kuyruklu yıldızlarımdan biri. Bir inanışa göre her insana kuyruklu yıldız değermiş. Kimi fark edermiş kimi algılayamazmış. Bin şükür ki ben anlayanlardan ve unutmayanlardan oldum . Bugün şarkıcılık adına neyi bilebiliyorsam (sahne önü sahne arkası) ona borçluyum. Bu borç nasıl ödenir diye yıllarca düşündüm ve bu teşekkür albümünü çıkarmaya karar verdim: VEDA. Fikret Hanım’ın yıllar içinde bana yazdığı şarkıların  tekrar bir rezümesi olacaktı. Bugünkü müzik anlayışımla, bugünkü sesimle bir teşekkür. İyi ki vardı. İyi ki yollarımız kesişti.

  Bugüne kadar canlandırmaktan en keyif aldığınız rol ile sahnede söylerken kendinizi en güçlü hissettiğiniz şarkıyı öğrenmek isterim.

  Hiç birisini diğerinden ayırmam mümkün değil . Nasıl ayırabilirim ki? Hepsinde emek, sevgi ve umut var.

 Üretkenlikle geçen günlerinizde kendi ritminizi, düzeninizi nasıl oluşturuyorsunuz? Bu dünyada nasıl bir aks-i seda bırakmak istersiniz?

 Hayat aktıkça ve bir amacınız varsa her şey kendiliğinden yoluna giriyor. Ara ara bir terslikler olmuyor değil ama seçtiğiniz yol yaşama biçiminizse organize etmek çok da problem değil.

 Aks-i seda meselesine ise sizler dinleyiciler, seyirciler karar verecek . Ben yaptığım işleri hepinizin gözü önünde yüreğimle yapmaya çalışıyorum. İzin boyutunu, var olup olmadığını sizler belirleyeceksiniz . 

 Bana  ayırdığınız zaman ve  derginizde ayıracağınız yer için  çok teşekkür ederim.

Yorum bırakın