Fransız yönetmen Quentin Dupieux denilince akla ilk gelen kara mizah olması tabii ki tesadüf değil. Absürtlüklerle harmanladığı eleştirileri eğlenceli şekilde yansıtması, Dupieux’nun filmlerinin vazgeçilmezi. Keep an Eye Out filmi de bunlardan biri.
Dupieux’nun 2018’devizyona giren filmi Keep an Eye Out (Au Poste!), sıradan sayılabilecek polisiye bir hikâye gibi görünse daha fazlası. Filmin açılış sekansı, açık alanda, kırmızı iç çamaşırıyla orkestraya şeflik eden bir adamla başlıyor. Dupieux daha ilk dakikadan, “Evet bu absürtlüklerle bezeli, kara mizah filmi, bakın bu da kırmızı donlu şeften size bir selam.” diyor. Kısa süre sonra polisler tarafınca yakalanan adamı film boyunca bir daha görmüyoruz ve hemen ardından gelen sekansla Dupieux’e bizi, filmin ağırlıklı sahnelerine eşlik eden sorgu odasına davet ediyor.
Hikâye, Louis Fugain adlı bir adamın, evinin yakınında ölmüş bir adamı bulup polise haber verdiği için cinayet şüphesiyle karakolda sorgulanmasını konu alıyor. Sorguyu yöneten Müfettiş Buron, otorite figürü gibi görünse de soruşturma süresince konudan sapmaları, gereksiz detaylara takılması ile film komik bir hâl alıyor ve seyirciyi eğlenceli bir yolculuğa çıkarıyor. Müfettişin kısa bir mola için odadan çıkmasıyla yerine eşlik etmesini istediği, belki de o zamana kadar çok dikkatimizi çekmeyen tek gözlü memurun sakarlığı sonucu, detay vermeyeceğim çünkü filmin kırılma noktalarından, olaylar farklı bir boyut kazanıyor.
Filmdeki karakterlerin hepsi gerçekten kopuk, kendi dinamikleriyle hareket eden bireyler. Dupieux’e bunu o kadar ustalıkla harmanlıyor ki yer yer bireylerin iç monologlarına, bilinçlerine hatta birbirlerinin zihninde olayları farklı ve ya aynı anda yaşadıklarına tanık oluyoruz.
Kara mizahın, otoritenin gücünü, toplumu, psikolojik yansımaları irdelediği bu filmde, karakterlerin sistem ve hayat sarmalında zorlukları, çaresizlikleri de sorgulanıyor. Tabii en büyük sorgu, adalet kavramına yapılıyor. Gücün, otoritenin elinde her zaman adaletin hakkaniyetli işleyip işlemediğine dem vuruyor Dupieux. Bu noktada tek gözlü memur (hatta belki ölü) adaletin yeri gelince körleşebileceğini ya da insanların birbirlerini anlamaktan ne kadar uzak olduğunu simgeleyen güçlü bir metafor olarak karşımıza çıkıyor.
Retro tarzın esintilerini taşıyan sorgu odası, aynı zamanda izleyenlerde klostrofobik bir etki yaratıyor. Bu da yukarıda bahsettiğim gibi bireyin otorite ve sistem içindeki çaresizliğini ve sıkışmışlığını simgeliyor. Retro esintiler sadece sorgu odasına değil, filmin neredeyse tüm karakterlerine ve mekânlarına yansıtılmış. Böylece yönetmen izleyicinin gözünde mekân ve zaman kavramlarını belirsiz kılarken film boyunca gizemli bir atmosfer sağlıyor.
Tıpkı daha önce çözümlediğim Dupieux’in Yannick filmindeki gibi, kamera açıları ve kullanımı da tiyatral bir sahneleme yaratıyor. Hatta belki de gerçek bir tiyatro sahnesi!
Kısa bir mola anında keyifle izlenebilecek bu yetmiş üç dakikalık film ne yazık ki ödül açısından beklediğini bulamamış. İki adaylığından sadece bir tanesinde, 2018 Sitges Film Festivali’nde, en iyi senaryo ödülüne layık görülüyor. Her ne kadar ödül açısından istediği başarıyı yakalayamamış olsa da izlediğinizde zevk alacağınızı düşündüğüm bir film.
İyi seyirler.