Kamu Spotu

 Diyelim yarın öleceğinizin haberini aldınız. Dramatik bir biçimde değil. E-devletten şöyle bir mesaj geliyor:

 

 Ölmek kadar katastrofik değil. Görev bitimi gibi düşünün. Bir gün serbest zaman veriyorlar size. Anı yaşamak gibi de değil de zamansal bir boşluk yaratmak gibi. Sebepsiz ve sonuçsuz bir gün. Bir gün var elinizde. Kimin yanına gidersiniz, ne söylersiniz, ne yaparsınız? Ölüm fikri sizden hangi duygunun hükmünü alıyor? Utanç, hırs, sorumluluk, kibarlık, heves, nefret, üşengeçlik… Onun üstüne biraz gitmenizi isterim ama sakin. Mesajı okudunuz. Telefonu elinizden bırakın. Kaos istemeyiz. Öyle her aklımıza eseni yapamayız, her şeyin sonucu vardır ve bilirsiniz, Fight Club’da Marla Singer’dan şöyle bahseder: “Her an ölecekmiş gibi yaşıyordu ama trajedisi şuydu ki ölmüyordu.”

 Önce düşünelim. Eylemleri seçerek yapalım. Kaçtığınız konuşmalar, söylemediğiniz sözler, görmezden geldikleriniz, çok büyümesin diye bastırdığınız iyi ya da kötü duygular, tutmadığınız taraflar, o vakur duruşunuz ya da günlük hevesleriniz sadece hayat var olduğu sürece var. Uzun vadede fayda getirir diye katlandığımız o şeyler, kişiler. Ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz ya da aniden ölecek gibi. Sanki hiç pişman olmayacağız yapmadıklarımızdan. Kaç günbatımı var daha göreceğimiz? Kaç yaz akşamı kaldı? Bir çok şeyi cepte görüyoruz yaşarken. Bizi sevenleri, sevdiklerimizi, yürüyebileceğimiz yolları, güneşi, yağmuru, rüzgârı… Hep bir kere daha var sanıyoruz her şeyden. Yarın enerjimiz olacak mı, hevesimiz olacak mı bugün yapmadığımız o şeye? Anların eşsizliğini ve mesafelerin kısalığını göremiyoruz. İşte şimdi bir gün var, süre kısıtlı, uçtu uçacak ellerinden. Ne yaparsın?

 Düşünüyorsunuz. Bu çok güzel. İstiyorum ki sözlerim sizde bir şeyler uyandırsın ve bu şeyler sizi daha tam hissettirecek şeyler yapmaya yöneltsin. İllüzyon bozmak gibi değil de uyandırmak gibi. Hep diğer bahçenin çimeni daha yeşil gelmesin, sulayın bahçenizi sizinki de yeşersin. Belki çimeni istemiyorsunuz bile. Hayatınız hep olmadığınız yerleri özleyerek, isteyerek geçmesin. Bilin ki şu an geleceğe bir anı yaratıyorsunuz ve her neyse yaşadığınız, kişisel tarihinizin bir parçası olacak. Sahip olduğunuz şey henüz yakınınızdayken bilin kıymetini. Ben pişmanlığı sırtına giyip gezen insanlardan nefret ederim. Bilinci yerinde yaşamalı ki insan; yaptığından, söylediğinden, söylemediklerinden hicap duymasın. Oldu ki duydu; kabul edip yoluna baksın. Ahla ukde ile geçmesin ömrünüz, şimdinize yazık. (Ömer Baba ebruyu bitirir, yavaşça sıyırır ve Hikmet’e lafını idrak ettirmek istercesine uzun ve yoğun bir şekilde bakar.)

 “Öyle olsaydı, bunu yapsaydım”la uyuşturmayın beyninizi. Her şey iyi ki oldu. Daha farklı olsaydı da buraya çıkacaktı yollar.

 Kahve Soğumadan Önce diye bir kitap var. Konusunu çok kısa anlatıyorum müsaitseniz. Japonya’da bir kafe, müşterilerinin zamanda yolculuk yapmalarına müsaade ediyor. Bir bardak filtre kahveniz var o soğumadan dönmeniz lazım. Gittiğiniz yerde hiçbir şey değişmiyor. Tekrar yaşamak için gidiyor gibisiniz o anı ya da geleceğe göz atmak için. Bugün ne yaparsanız yapın gelecek değişmiyor. Geçmişte ne yaparsanız yapın bugün yine aynı yere geliyor işler. Zamanda sıkışmış bir hayalet olmamak için kahve soğumadan dönmeniz gerekiyor. Olduğun andan başka zamanlarda vakit geçirmek seni arafta bırakıyor. Yine aynı yere geliyoruz; geleceği geçmişi çok kurcalarsanız gerçekte de şu anın hayaleti oluyorsunuz aslında ve gelecekteki kendinize yaşanmamış günler bırakıyorsunuz. Kederdir yaşanmamış günler.

 Peki gelecekteki kendinize keder aktarmamak için bugün ne yapabilirsiniz? Yarın bitse dünyayla işiniz, en son hangi şarkıyı dinlersiniz, kiminle dans edersiniz? Beş sene önce size bu soruyu sorsaydım da aynı kişiler ve şeylere yönelik mi olurdu eyleminiz?

 Bunları söylemeye geldim. Sorduğum çoğu sorunun cevabı bende de yok, zaten beni sizden farklı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biraz daha sığıyorsam dünyaya, sebebi kendi önüme bakmamdır. Benim bahçem de o kadar yeşil değildir belki ama diğer bahçeleri çok da irdelemem. Hissettiklerime bakarım, cebime koyabileceklerimi alırım o günden ve devam ederim. Çoğunlukla böyle yani. Övünmüyorum ama övünülecek bir şey söylüyorum. Güzel günlerin kıymetini güzelken bilirim, seviyorsam söylerim, elimden geleni yaparım kimseyi rahatsız etmeden, duygulandıysam ağlarım, kızdıysam bir tane vuru- tamam o yanlış bir davranış… Anladınız demek istediğimi.

 Siz de bildiklerinizle, o anki hâlinizle yapabildiğinizin en iyisini yaptınız ve şu an buradasınız. Bir yerde tanışmışız, belli ki memnun olmuşuz tanıştığımıza, kalmışsınız hayatımda ve buraya kadar okudunuz bu yazıyı. Umarım biraz dürtüyordur sizi söylediklerim. Ben beni okuyan kimsenin buradan eli boş gitmesini istemem. Size ödev vereyim, bugün gidin ve yarın var olmayacak olsa çok üzüleceğiniz o şeyi düşünün. Takdir ettiğinizde süreceğini bildiğiniz ama herkes takdir ediyordur diye takdir etmediğiniz o güzellikleri düşünün. Kıymetini bugünden bilin ve hayatınız bitmek bilmez bir nostalji kuşağına dönmesin. Geçmişi yaşarken bıkıyordunuz çoğu gün, çok kötü değildi çok iyi de değildi hiçbir şey, ama geçmiş düşünülesi geliyor şimdi. Haksızlık değil mi bugünkü hayatınıza? Günümüz de güzel olabilir yaşayın bakalım, gelecek de o kadar fena olmayacak. Hatta mevcut ortam dahilinde hiç öyle görünmese de bugünleri de çok güzel anacağız.

 Çıkarken kapıyı kapatın.

 Kendinize iyi bakın, evdekilere selam söyleyin.

Huzun Kovanusu

Yorum bırakın