Konuk

Bahçeye açılan demir kapının ağlamaklı gıcırtısıyla irkildi.
 
Bahçe kapısını geniş dallarıyla süsleyen çınar ağacı, kupkuru, kavruk bir pençe gibi uzanıyordu gökyüzüne. Ne tenekekutulardaki sardunyalar ne pencere önlerini süsleyen menekşeler kalmıştı. Oysa annesi ne çok severdi bu bahçeyi. Bu hâlegelmesine izin vermezdi.
 
Toprak yoldan geçerek, evin ahşap kapısını merakla araladı. Taze kek kokusuydu duyduğu.
 
“Anne,” diye seslendi, “kek mi yaptın?”
 
Ses yoktu.
 
Koridoru usulca geçti, başını mutfağa doğru uzattı. Tezgâhın başında kek dilimleyen, geniş kalçalı bir kadın vardı. Arkasıdönüktü, yüzünü göremedi. Annesinin çiçekli basma eteğini ve yumuşacık olduğu için çok sevdiği mavi bluzunu giymişti.
 
Kıyafetler, eskimiş miydi?
 
Duvarların camgöbeği rengi griye dönmüş, mutfak dolaplarından birkaçının kulpu eksilmişti.
 
Tereddütle kekeledi:
 
“Anne?”
 
Tezgâhın başında duran kadın, gülümseyen yüzünü yavaşça çevirdi.
 
“Kek yaptım sana, ister misin?”
 
Bu çilli yüzü mutlaka daha önce de görmüş olmalıydı. Bu geniş yanaklar, hüzünlü gözler ve gözleri çevreleyen uzunkirpikler… Hiç yabancı değildi. Belki yıllar evvel, gençliğini…
 
Kadın, yüzüne yapışıp kalan tebessümüyle masaya yaklaştı, taburelerden birini çekti.
 
“Hadi, otursana! Sen başla, ben de hemen çayı demliyorum.”
 
Şaşkınlıkla masaya oturdu. Kadının çaydanlığa uzanışını, musluğu açışını, ocağı yakışını seyretti. Sonra yeniden masayayaklaştı kadın. Diğer taburede duran kahverengi, örgü yeleği giydi. Yanına oturdu. Annesinin yaz ortasına kadar sırtındançıkarmadığı yelekti bu. Bu kadar olamazdı! Daha fazla dayanamadı.
 
“Annem nerde benim? Kimsiniz siz?”
 
Kadın, umursamazca gülümserken sırtını sıvazladı.
 
“Yoruldun sen, ye hadi! Şimdi çaylarımızı da getiririm.”
 
Yine o saçma sapan rüyalardan biri olmalıydı. Kaç defa rica etmişti doktoruna şu ilacı kesmesini. İşte böyle düşlegerçeğin karıştığı rüyalar görüyor, sonra her şeyin farkına varsa da bir türlü uyanamıyordu.
 
Sahi, neden vermiştik ki doktor o ilaçları?
 
Düşündü, anımsayamadı.
 
Kadın, tıpkı annesi gibi, masanın üzerine serilen naylon örtüdeki çiçeklerin üzerinde gezdirdi parmaklarını. İşaretparmağıyla, çiçekleri yeniden çizer gibiydi. Çay içtiler. Bu sene kışın uzun sürdüğünden, yazın gelmeyişinden, halıları veyorganları yıkamak gerektiğinden bahsettiler.
 
Dış kapının ağlamaklı gıcırtısı yeniden duyuldu. Kadın, bu sesi hiç duymamış gibi içiyordu çayını.
 
“Biri geldi sanırım.”
 
Kararlı gülümseyiş.
 
“Kimse kim!” diye geçirdi içinden. Nasıl olsa bir rüyaydı bu, herkes gelebilirdi. “Bana ne!” O da gülümsedi. İkisinintebessümü birbirine değdiğinde, ahşap kapı durmaksızın çalınmaya başladı. Tabureden yavaşça kalktı, koridoru geçerekkapıya doğru yürüdü. Bir an, kapının yanındaki boy aynasına takıldı gözleri. Bu ilaç kalçalarını iyice genişletmişti. Basmaeteğinin üzerinde annesinin kahverengi yeleği.
 
Kapıyı açtı.
 
“Merhaba Meryem Abla, nasılsın? Çarşıya gidiyorum. Bir şeyler lâzım sana da?”
 
Tanımaya çalışmaktan vazgeçti.
 
Son kabartma tozunu keke koymuştu sabah.
 
“Kabartma tozu,” dedi, çekinerek.
 
Annesi, onu çok severdi. Onu en çok annesi severdi. En sevdiği kekleri yapardı. En güzel kekleri… En güzel çiçekleri deannesi yetiştirirdi. En beyaz çamaşırları… En parlak camları… En temiz halıları… En güzel annesi gülümserdi.
 
“Girsene içeri, kek yaptım. Çay da var. Yiyelim, öyle gidersin.”
 
Konuğunu tabureye oturttu. Dilimlediği kekleri tabağa koyarak masaya bıraktı. Çayları da getirince diğer tabureye oturdu.Sağ elinin işaret parmağını, masanın üzerindeki çiçeklerin kıvrımlarında gezdirirken sordu:
 
“Nasıl sizinkiler, iyiler mi?”
 
Havalardan bahsettiler. Bitmek bilmeyen kışlardan, bahar telâşlarından…
 
Mutfağın aralık kalan kapısından koridora doğru baktı. Yuvarlak suratlı, çilli bir kız çocuğu yere oturmuş, önüne serdiğifotoğraf albümlerini karıştırıyordu.
 
Gülümsedi.
 
Bir dilim kek de onun için kesmeliydi.
 
 
 
 

Yorum bırakın