Başına Buyruk Bir Dünya

“Yaşamın, bir kişinin iradesini sınamak için pek çok yöntemi vardır. Ya hiçbir şey olmamasını sağlar ya da her şeyin bir anda olmasını.”
Paulo Coelho

Bugün kendime söz verdim. Beklenti ve kin cümleleri kurmayacağım. Kurmayacağım işte. Şu cırcır böceği geveze ses istediği kadar konuşup dursun. Umurumda mı sahi? Cevap yok. Duymuyorum.“Ooo ruhun oturmuş tırnaklarını kemiriyor tatlım. Beklediğin o şeyin olmasını istiyor. Haberin yok mu?”
Cevap vermeyeceğim. Verme. Verme!
“Ha ha, hatta şu an neredeyse başka hiçbir şeyle ilgilenmeyecek durumdasın. Bir zavallısın!”
Sakin ol. Bunlar hep o psikiyatrist yüzünden. Yok neymiş. İç benliğimizi dinlemediğimiz için sorunlar yaşıyormuşuz. Sorunları çözmek için sessizce kafamızda dönen düşünceleri dinlemeliymişiz. İç benliğimiz bizimle ilgili tüm bilgileri kilitli bir odada tutuyormuş. O kapıyı açmak için anahtar taşıyormuş falan filan. Bir sürü tuhaf hikâye. Normalde bunlarla uğraşacak vaktim olmazdı ama… bataklığa saplanıp kaldım. Şu birkaç haftadır yakamı bırakmayan paranormal korkularla dolu hayatıma bakarsak, kuzuların sessizliğini bozmadan kilitli kapıları açmaya mecburum. Niyet ediyorum uygulamaya.

“Arınmak, bizleri ve yaşantımızı olumlu etkileyen bir yöntemdir. Hesabı kapatmaya geç!” (Psikolog notlarından İçbenlik Mod1)
Bıktım. Artık dayanamıyorum. Lütfen benliğim hatırla. Her gece uykuda bilinçaltımdan garip dosyalar açıyorum. Issız dağ başında, karanlık kuyuda bilmiyorum. Ne arıyorum? Kan ter içinde uyanıyorum. Korkuyorum. Yaşamak artık beni ürkütüyor. Neden kırk yaşıma girmeme birkaç gün varken bu kâbusları görüyorum. Neden? Neden şimdi?
“Rüyaları ne zaman görmeye başladın? Hatırla. Öfkeden deliye döndüğün günü düşün. İntihar etmeyi aklının ucuna ilk kez ne zaman getirmiştin.”
Bir hafta önce bu kâbuslar başlamıştı. Hatırladım. O günü unutamam. Akşam ezanı okunuyordu. Meydandaydım. Etrafta kimse yoktu. Ortalıkta sadece lokma kokusu vardı. Bu kokuyu çok iyi tanıyorum. Boğazım ağır yağ kokusundan sanırım tıkandı. Nefes almakta zorlanıyorum. Hamurun kızartma kokusu her yeri kaplamıştı. İz sürdüm. Yaklaştım. Çadıra girdim. İnsanlar oradaydı. Masalara kurulmuş iştahla lokma tatlısı yiyorlardı. Tatlıcının yanına küçük çocuklar sıralanmıştı. Sadece bir şerbetli lokmanın tadına bakmak istiyorlardı. Ağızları sulanmıştı. Birbirlerini itekleyerek cesaretlendirmeye çalışıyorlardı. Üstleri başları perişandı. İçlerindeki en küçüğü hatta o sırada bayılmak üzereydi. Fakat bu çocukları yalnızca ben görüyordum. Sürekli ağızlarını çalıştıran bu insanlar ne görüyor ne de duyuyordu. Sıranın önüne seğirerek kalabalığı aştım. Kocaman bir tabak aldım. Sıcaktı lokmalar, tabağı çocuklara uzattım. “Hadi bakalım alın,” dedim. En küçüğü, yüzü solgun olan, küstah bir şekilde gözlerime baktı.
“Sen hırsızsın! Biz senin elinden yemeyiz!” dedi. Bütün çocuklar dışarı koştu. Orada öylece kalakaldım. Nasıl olduysa bir anda kendimi evimde koltukta otururken buldum. Ben hırsız değilim diyordum. Kafamı çevirdiğimde yanı başımda bir paket lokma tatlısı gördüm.
“Kendini dış dünyanın gerçekliğinden korumak için maske ve kalkan oluşturmaktan vazgeç!” Psikolog Notlarından (İçbenlik mod2)
Okumayı ilk öğrendiğimde öğretmenim benim hayat hikâyeme benzer bir kahramanın anlatıldığı kitabı bana hediye etti. Dört yaşındaki bir çocuğun hikâyesiydi bu. Kahramanın annesi zengin bir adama kaçınca babası çocuğa bakmak istememişti.” Akrabaların yanına gideceksin,” diyerek tek başına çocuğunu buharlı gemiyle başka bir ülkeye göndermişti. Geminin kaptanına ücretini verip, “Büyükanne ve büyükbabası onu karşılayacaklar,” diye de yalan söylemişti. O küçücük çocuk, koca okyanusu tek başına geçti. Yabancı ülke, yabancı bir dil, yabancı insanlar… İnan bana, bu çocuk için daha kötüsü henüz yaşanmamıştı. İleride ne kadar cesur olursa olsun. Bu acı olayı ömrü boyunca atlatamayacaktı.
Aşağı yukarı benim hayatımda da olaylar böyle gerçekleşti.
“Seni dinliyorum. Çocukluk, kabuğunun altına girmeyi başardın. Lütfen hatırlamaya devam et.”
Yetimhane dedikleri soğuk betonların içinde tek başımayım. Yerde iki büklüm oturuyorum. Ayak parmaklarımı elimle kapatıyorum. Çok kirliler, kapkara. Utanıyorum. Yanıma şişko kısa boylu bir adam geldi. “Burada adam gibi dur, yaramazlık yapma. Hırsızlık yaparsan af yok. Cezaya katlanırsın!” dedi ve gitti. Yemek sırasındayım. Çok açım. Elinde tabldot olanların gözlerine bakıyorum. Bana acıyıp bir lokma ekmek vermeleri için. Kimse beni görmüyor. Boyumla aynı yükseklikte olan masaya yaklaştım. İri bilyelere benzer şeyden almak için kolumu uzattım. Ayak parmaklarımın üzerine bastım daha da yükselmek için. Masaya bütün gücümle tutundum. O anda masa üzerime geldi. Tabaklar ve tatlılar üzerime geldi. Hepsi yere düştü. Onları tutamadım. Arkamdan biri geldi kulağıma yapıştı. “Sen hırsızsın!” deyip beni karanlık odaya attı.
Yaşadığın olayları kabullenmeye hazır mısın? Psikolog Notlarından (İçbenlik mod3)
Bekliyorum hâlâ oradayım. O karanlık odada…

Yorum bırakın