“O kağıt bebeklere çok şey borçluydum. Onlar olmasa çocukluğumdan zor kurtulurdum.”
Gece ışığı yanan balkona ve asılmış çamaşırlara bakarken bunu düşündü genç kadın. Asılı çamaşırlar sırılsıklamdı. Damlalara baktı. Şıp şıp…
“Evde erkek var, memelerin görünüyor,” dedi bana. Köpeğim havlıyormuş. Çinko da o sırada peşimden gelip havladı gerçekten. “Sus Çinko. Gözünü seveyim sus.”
Ben ev sahibiyim, sen kiracısın demek barbarlığın bir biçimi sanırım. Ne hadsiz bir laf, diye düşündü. Mememi nerede gördü acaba? Ben de evindeki erkeği görmedim. Evi zor almış olmalı. Evinden olmaktan ya da atılmaktan korkmasa böyle bir laf etmezdi. Kiracı olarak gelip böyle iyi bir eve yerleşmiş olmam onu rahatsız etmiş ki, zorbalık etmek istedi.
“Yarın şiddetli bir kar geliyor diyorlar şehre… Ada’da ilk kışım, mahsur mu kalacağım acaba? Ev yazlık ev, tam ısınmıyor. Bütün ada karla kaplanırsa büyük bir sessizlik olur, karın sesini duyurma çağrısıdır zaten bu sessizlik. Karın kendi sesi vardır ve ona sessiz şiirlerinizi emanet edebilirsiniz. Politik bir doğruculuğa ya da kişisel bir katarsise, hepsini geçtim didaktik bir söyleme yer yoktur kar beyazında. Kaplar ve tınlar. Tın…”
Kar mı o? Başladı işte kar… Şimdi her yer beyaz olacak, bembeyaz. Bu asılı çamaşırlar bembeyaz olacak. O damlayan damlalar buz tutacak. Gökyüzüne baktı genç kadın, bir iki kar tanesi önce yüzüne, sonra balkonda asılı çamaşırların üstüne düştü…
“Kadının korkusu ve memelerime olan kızgınlığı da karlar altında kalacak mı peki ya da aramızdaki iletişim buz tutacak mı?”
Masasına döndü ve çekmecesinden kağıt bez bebekleri çıkardı. Tek tek baktı onlara. Biraz ağladı.
“Annemin ve babamın hiç evde olmadığı çocukluğumda, anneannem devamlı hastalanırken, ben onun televizyon odasında kendime küçük bir dünya kurmuştum ve oturup bu bez bebeklerle oynuyordum. Onlara kıyafetler giydirir, gidecekleri yerlere karar verir, büyük büyük sözler ettirirdim ve hiç de öyle ufak hayalleri yoktu bu bebeklerin. Amerika’ya giderlerdi okumaya ya da İsviçre’ye yaşamaya. Sınır tanımazlardı, özgürdüler… Onlar olmasa ben yetişkinliğe geçerken büyük adımlar atamazdım.”
Çamaşırlar gittikçe kar içinde kalıyordu. Evin içinde olmasına rağmen hohlayınca ağzından bir buhar çıktı genç kadının. Ev soğuktu. Kiracıydı ve ev soğuktu. Ne yapabilir düşündü ve o ev sahibi kadının kızına seslenmeye karar verdi.
“Sana bir şey hediye edebilir miyim, diye seslendim. Ürkek ürkek baktı bana… Belli ki annesi ile benim aramda kalmaktan korkuyordu ama kar korkusunu örttü. İçeri koştum ve kâğıt bebeklerimi getirdim. Balkondan balkona uzattım. O kadar korktu ki aşağı düşecek diye, tek tek aldı ve uzun uzun baktı onlara… O sessizlik bile milyon teşekkürdü. Anladım ben.”
Kar fırtınası çıktı çıkacaktı. Memelerim açıkta değildi, o evin erkeği de görünürde değildi. Kız başladı kâğıt bebeklerle oynamaya… evleri sıcacıktı uzaktan bakınca. Genç kadın da ısınıyordu gitgide ve hohladı, buhar çıkmadı ağzından. Onlar ısınınca ben de ısındım, diye düşündü.
“O bebeklerle belki de benim kurduğum hayalleri kuracak ve o eve hapis olmayacak. O adama, annesinin korkularına… Bebekleri ister giydirecek, ister çıplak bırakacak. O kâğıt bebekler olmasa ve ben onları gazetelerden kesip biçerken hayaller kurmasam kurtulamazdım. Şimdi de o kurtulacak.”
Kara baktı genç kadın. Damlayan tüm o damlaların buz tutmuş olduğunu gördü. Atladı çitten ve tek tek topladı çamaşırları, pencereyi tıklattı.
“Buyrun çamaşırlarınız, dedim. Geceye bırakırsanız mahvolurlar… Hem ben uyuyamam hem siz kullanamazsınız. Kar hızlandı. Belli ki mahsur kalacağız aynı adada. Koruyup kollayalım birbirimizi.”
… ve uzaklaştı genç kadın, kalbi bile sıcacık halde.