İki kişilik bir oyunu tek başına oynamak asla aynı tadı vermiyor, mümkün de olmuyor zaten. Tek başına satranç oynayamazsın, karşında biri varmış gibi hayal edemezsin. Çünkü gerçekte karşındakinin yapacağı hamleleri bilemezsin, onun gibi düşünemezsin ve sonuç her zaman planladığın gibi gitmez. Bu sanırım birine duyduğun karşılıksız sevgide de böyle. İşte İki Aşık filmi bunları sorgulatıyor bana; platonik sevginin yıpratıcı ağırlığı sarsıyor film boyunca. Bu durum çaresizliği doyumsuzca anlatıyor ve kendimi bu olayın bir parçası gibi görmekten alıkoyamıyorum, karakterlerin savaşına dahil olmuş buluyorum.
Filmin başından itibaren karakterlerin birbirlerine ve tutkularına karşı verdikleri mücadelede, bana da yer ayırmışlar sanki, filmin en başından itibaren hem de. Korkuya karşı savaşıyorum, ana karakter Leonard’la, “Ya karşılıksızsa?” korkusuna karşı. Bu korkuyla savaşırken kullanacağım silahlar var elbette, o kişiyle kurduğum yakınlık, küçük nüanslar, iki saniyelik göz göze gelmeler yardımcı oluyor bana. Bunlara rağmen biliyorum ki o korku kalacak hep, belirsizlik sürdükçe. Hep çantamda endişe olacak, onunla savaşırken hep ufak ipuçlarıyla kendimi teselli edeceğim. Belki de kötüye yoracağım bunları, bilmiyorum. Bu korku beraberinde bir sürü ağırlıkla geliyor, boğazımdan aşağı bir külçe bırakıyor ve her sabah o külçeyi yutkunmaya çalışarak uyanıyorum. Belki de budur diyorum, birini sevmek bu olmalı! Ve az da olsa tadını çıkarabiliyorum onunla geçen zamanın. Fakat neden sonra kendimi bu sevgi hortumunda iteklenirken buluyorum! İçime sığmayan tatlı bir heyecandır belki bu hortum, diye geçiştiriyorum. Ama hortum güçlendikçe daha çok giriyorum girdaba, işte korku burada yakalıyor beni. Girdabına sürüklüyor, silahlarımı almaya çalışırken hipnotize ediyor beni, kötümserliğiyle… “Nasıl kendim olacağımı bilmiyorum,” diyor ana karakter, ben de bilmiyorum. Belki de en büyük zaafım budur korkuya karşı. Onun ateşini perçinleyen, gücüne güç katan yegâne zayıf noktam olabilir mi bu?
Korku başka bir arkadaşıyla geliyor sonra. Zaaflarımdan arınamamışken yakalıyorlar beni, yine. Bu sefer başka bir korkuyla daha yüzleşmek zorunda kalıyorum, aynı filmde işlendiği gibi; “Neyim ben onun için?” Ya da daha kötüsü; “O benim ilk seçeneğimse ve ben onun bir seçeneği bile değilsem ve olamayacaksam?”
Bu noktada fırtına gürleşiyor, girdap derinleşiyor. Üç köşeden kuşatılmış hissediyorum; yapayalnız, bir başıma. İçimi bir ürperti kaplıyor ve her nasılsa bu endişe, o tatlı heyecanı da süpürüyor beraberinde. Ve karamsarlığıma rehin düşüyorum. Düştüğüm hapiste, bulduğum sigaraya dönmüş sanki hislerim. Önce umutlarımla yakıyorum onu, düşündüğümden daha yakıcı olacak bundan sonra her şey. Dumanlar beraberinde yanmış umutlarımla belirsizlik sisi içerisine karışıyor, biraz daha bulanıklaştırıyorlar her şeyi. Ciğerlerim yanıyor. Tüm heyecanım yanıyor ciğerlerimde, kavrulup boğazımdaki külçede takılı kalıyorlar. Bilirim sigara yandıkça azalacak ümitlerim ve ateş elimi yakacak. Durdurur mu bu beni? Girdiğim bu savaşı minik bir kıvılcımla mı kaybedeceğim? Ama o minik kıvılcım beni de katarsa içine, kül olur giderim. Fakat bir kere ateşlendi mi o kıvılcım, bilirim ki sönmesine yüklenecek anlamı ben belirlemeyeceğim, o belirleyecek. Ya ateş sönene kadar ben de kavrulacağım ya da sigaramla beraber muğlaklık sisi de sönecek.
Ne ironik, karşılıksız olan bu duyguyla savaşırken bir sürü düşmanla karşılaşmak zorunda kalmam. Durup dururken olan ve engelleyemediğim bir şey için hem de… Suçlu hissediyorum kendimi, niye takılı kaldın ki bu savaşta mağaraya sığınmak varken? Ama ilk defa yaşadığımı hissediyorum sanırım. Bu tek kişilik oyun nereye kadar devam edecek bilmiyorum, filmi izlerken yaşadığım kafa karışıklığı da güçleştiriyor durumu. Sevdiği biri için hayatını tamamıyla değiştirmeyi bile düşünen, her saatini onu düşünerek ve rahatsız edici olsa da onu izleyerek sürdüren ana karaktere tokat atmak istiyorum sonra, “Değmez, kendi hayatına bak!” diye bağırmak istiyorum suratına. Fakat sanki beni duymuş gibi “Dünkü çocuk değilim. Bu aptalca bir tutulma değil,” diyor Leonard. İçten içe hak veriyorum ona çünkü o da bu girdapta takılı kaldı belli ki.
“Bana göre operanın en güzel tarafı oradayken kendini özel biriymiş gibi hissetmen,” deniyor filmde. Bense kendimi aynı Leonard gibi değersiz, bir başıma hissediyorum. Belki yanlış operaya geldim, belki de aryanın en güzel yerinde çıkacağım salondan. Ama bir süre sonra az çok anlıyorum ne denmek istediğini. Verdiğim bu amansız savaşta özel biri gibi hissetmem işten bile değil, sanki koca opera sadece bana oynanıyor…. Ama her güzel şeyin sonu var, birazdan salondan çıkacağım ve gecenin karanlığı yutacak beni. Zihnimde aryalar, sahnenin rutubet kokusu; yüzümde buruk bir gülümseme ile…
Kaynakça
Gray, James (Yönetmen). (2008). İki Aşık [Film] ,2929 Productions (Yapımcı), Gray James ve Menello, Ric, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri.