Gökbilimcinin Karısı

 Uykudan kalkarken her şeyin duraksadığı şeytani bir an vardır. Ama durum kadınlar için biraz farklıdır. Tek bir hareketle sersemliklerini üzerlerinden atabilirler: havaya kalkmış bir el, sarkacın sallanacak olması, yükselen bir ses veya her odada atan bir nabız.
 Gökbilimcinin karısı esneme ihtiyacı duyduğunu hissetti ve ciğerlerini tek seferde havayla doldurdu. İnce sesini toparlayıp ihtiyatla merdivenlerden aşağı kahve söylemeye gönderdi, ayaklarını oval halının üzerinde salladı ve çıplak kollarının titreyen kaslarını harmonili bir egzersizle iyice gererek güneşi selamladı: Sol, sol, sollarından gittim karımın, on dört çocuğumun; sağ, sağ, sağdan tozlu yolun tam ortasına.
 Günün geri kalanı, her gün olduğu gibi, hiçbir değişiklik olmadan tıkır tıkır ilerleyecekti. Gökbilimci hâlâ uyuyordu ya da uyuyormuş gibi yapıyordu. Kadın ise yataktan kalktığı anda işlerinin başındaydı. Kocasının kaşlarının delinmez sessizliğinden neredeyse hiç kaçamasa da temiz, meşgul ve kibar olmakla uğraşacağı için bütün günü ondan ayrı geçirecekti. O, başka şeylerin adamıydı, bir hayalperestti. Bazen saatlerce hareketsiz yatar, bazen de ya çatıda teleskobunun başına oturur ya da yola çıkan patikadan aşağı inip dağları aşardı. Bugün, her gün olduğu gibi, gökbilimcinin gömleğindeki akşam yemeğinden kalan lekenin temizlenmesinden, öğle yemeği için mayonezin hınçla masaya vurulmasına kadar devam edecekti. Adam, her seferinde yükselen yeni bir dalga; kadın da onu geri çeken bir dip akıntı gibiydi. En azından adamın sessizliği kadına bunu söylüyordu.
 Saatin erken olmasına rağmen hizmetçi sahibesinin sesini duydu ve merdivenlerden yukarı çıktı. Yatak odasının eşiğinde durup, “Hanımım, tesisatçı burada,” dedi.
 Gökbilimcinin karısı beyaz-kırmızı gömleğini hızlıca üstüne geçirip düğmelerini boynuna kadar ilikledi. Ardından, koridordaki durgun su birikintisinin etrafından dikkatlice geçti.
 “Ona hemen gelmesini söyle,” dedi. Ellerini tırabzanlara koydu ve ahşap merdivenden aşağıya bakarak durdu. Tesisatçının merdivenden çıktığını görünce kısık bir sesle, “Ah, ben Bayan Ames,” dedi. Sesi neredeyse çıkmayarak merdivenden aşağıya, “Ben, Bayan Ames,” diye yineledi. Salkımsöğüdün hışırtısı kadar kısık ses tonuyla, “Ben, Bayan Ames,” diye fısıldadı. “Profesör hâlâ uyuyor. Şu taraftan ilerleyiniz.”
 Tesisatçı başını kaldırdı ve Bayan Ames’in sessizce onunla konuştuğunu gördü. Genç bir kadın sayılırdı ama bunu unuttuğu her halinden anlaşılıyordu.   Kocasının zihninin gizemi ve sessizliği, kadının dudaklarına azarlamak suretiyle yerleşmiş bir parmağı anımsatıyordu. Gözleri griydi, içlerindeki ışık sönmüştü. Sarı saçlarının tuhaf, loş halesi hâlâ taranmamış ve omuzlarının iki yanına sarkmıştı.
 Tesisatçı ağır botlarına rağmen ölüm sessizliğinde hareket ediyordu. Birlikte koridordan aşağı inerek sahanlığa kadar varmış olan durgun su birikintisinin etrafından dolandılar. Tesisatçı güçlü, kuvvetli, sert bir adam olmasına karşın kadınla konuşurken şapkasını çıkardı ve neredeyse küstahça sayılabilecek bir bakışla kadının gözlerinin içine baktı.
 “Lavabodan mı geliyor yoksa başka bir yerden mi?” diye sordu.
 “Ah, başka bir yerden,” diye yanıtladı Bayan Ames tereddüt etmeden.
 Buradaki villalar, etrafa serpiştirilmiş gibi az sayıda inşa edilmiş eski villalardı. Orada görülemeyen güzellik kadının yüzünün bir yansıması asla değildi. Burada her şey tuhaf ve uyumsuzdu; hoyrat güçlerle boğuşma hissi her şeye sert bir çehre kazandırmıştı. Elindeki meselelerle tıpkı bir kadın gibi uğraşan tesisatçı bile ağırbaşlı ve görkemliydi. Çevredeki dağlar onları büyük bir yüceliğin gölgesine hapsetmiş gibiydi.
 Bayan Ames, peş peşe yaşanan her olayın yasını tutarak villaya taşındıkları o yazdan beri olanları anlatmaya başladı.
 “Sonra, dün gece yatağa girmeden hemen önce bir şeylerin yolunda olmadığını fark ettim,” dedi.
 Tesisatçı katlı çuval bezini ıpıslak zemine fırlattı ve üzerine deri önlüğünü serdi. Ardından, deri önlüğünün şekillendirdiği adanın kalbine cesurca bir adım atıp, suyla dolup taşan kâseye uzun uzun baktı.
 “Su bahçedeki sayaçtan kesilecektir,” dedi en sonunda.
 “Ah, dün gece ilk iş onu yaptım. Ne olduğunu görür görmez geceliğimle aşağı inip sayacı kapattım. Ama su çoktan taşmıştı.”
 Tesisatçı bir anlığına kadının kırmızı çocuksu terliklerine baktı. Kadın, berrak, saf görünen metcezirin hemen kenarında duruyordu.
 “Sorun kesinlikle toprak altı borularından kaynaklanıyor,” dedi sert bir şekilde. “Bir şey onları tıkamış olabilir ama bana sorarsanız su contaları gevşemiş. Bu gibi durumlarda sorun çoğunlukla contalardadır. Bir vananız olsaydı böyle rezil bir duruma hazırlıksız yakalanmazdınız.”
 Bayan Ames, tesisatçının azarlaması karşısında ne yapacağını bilmiyordu. Biraz sallanarak ayağa kalktı ve adamın acımasız mavi gözlerine baktı.
 “Üzgünüm, eşim hâlâ…” dedi, “hâlâ dinlendiği ve sizinle birlikte bu konuyla ilgilenemediği için üzgünüm. Eminim çok ilginçtir…”
 Tesisatçı sertçe, “Muhtemelen boruları contalamanız gerekecek,” dedi. Bu cümleyi duyunca, Bayan Ames’in eli dehşetle yanağına uçtu. Tesisatçı kıpırdamadı ama ona bakarken dudakları yumuşamış gibi görünüyordu.
 “Neyse, ben bahçenin sonundan bir göz atayım,” dedi.
 Gökbilimcinin karısı rahatlayarak “Lütfen buyurun,” dedi. Karşısında tıpkı kadınlar gibi harekete geçen ve konulardan anlayan bir adam vardı! Kadının sesi ne kadar alçak olursa olsun yatağında tek başına, rüyalar görerek yatan Profesör Ames’in kulağını tırmalamıştı. Koridordan gelen ayak seslerini, duraksamalarını ve su birikintisinin üzerinden atlamalarını duymuştu.
 Gökbilimci kulak çınlatıcı, kızgın bir tonla “Katherine!” diye seslendi. “Bu gürültü patırtı da neyin nesi?”
 Bayan Ames başını çevirmeden tesisatçıya yolu gösterdi. Tesisatçı, bahçeyi sarmalayan güneş Bayan Ames’in yüzünü okşadığında, utançtan başka hiçbir şey olamayacak bir renk dalgası gördü.
 “Nasıl olduğunu görüyorsunuz,” dedi tesisatçı, kadının zihnini dağıtmak istercesine. “Bu evlerden tepeye uzanan rögarlar içlerinde bir adamın dimdik durabileceği kadar büyük ve aynı zamanda pırıl pırıldır.” Bitki örtüsü karmakarışık, her yeri düzensiz çiçeklerle dolu bahçede durdular. Tesisatçı, gökbilimcinin karısına baktı. “Ormanın diğer tarafına taşkınca akıyorlar,” dedi.
 Ne fayda ki gökbilimcinin söylediği sözler hâlâ çaresizce zihninde yankılanıyordu. Erkek aklının neşeyle yüksekten uçtuğunu, sanrıların peşinden gittiğini ve incir çekirdeğini doldurmayacak meseleleri dayanak edindiğini biliyordu. Ama gökbilimci ne zaman zihninde uçuşan düşünceleri dile getirse, eşi onun uzun süren sessizliğine minnetle karşılık veriyordu. Minneti, gökbilimcinin tepeden bakan söylemlerinin hem öncesinde hem de sonrasında tıpkı ıssız bir çöl gibi sonsuzluğa uzanıp gidiyordu.
 “Hayat, hayat açık bir denizdir. Kadınlarsa hayatta kalmak için gelgitte savrulan enkazlara tutunurlar,” diye acı içerisinde kendini açıklamaya çalıştı. Tesisatçı ise aniden çimenlerin üzerine diz çökmüş, parmaklarını rögar kapağının halkasından geçirmişti. Yüzünü aşağıya indirdiğinde tesisatçının kafasını kaldırarak yukarı doğru kendisine baktığını gördü. Saçlarının altın kadar ışıltılı olduğunu da fark etti.
 “Belki Bay Ames,” dedi oldukça kinayeli bir tonla, “benimle aşağı gelip etrafa bir göz atmak ister?”
 “Aşağı mı?” diye sordu Bayan Ames hayretle.
 Tesisatçı gaddarca, “Kanallara,” dedi. “Kanallar, neyin ne olduğunu bilmeyi seven bir adam için inceleme alanıdır.”
 “Şey, Bay Ames,” dedi Bayan Ames kafası karışık bir hâlde. “O hâlâ, o hâlâ uzanıyor.”
 Tesisatçı, keskin hatlara sahip, yıpranmış yüzünü kaldırıp şaşkınlıkla kadına baktı. Güneş, beyaz şarabı anımsatan sarılığını her yere serpiştirirken bir adamın yatakta oyalanmasını tuhaf buluyordu. Gökbilimcinin karısı, onun zayıf yanaklarını, uzun, keskin kemiklerini ve suratındaki derin kırışıklıkları inceledi. İklimin sertliği yüzünden zengin bir şekilde bronzlaşan vücudu bir tahta kadar sağlam ve pürüzsüzdü. Tesisatçının kapağı kavrayan ve demir kapıyı açan parmakları, Bayan Ames’e makul gelecek şekilde kıllıydı. Ellerinin arkasındaki mavi damarlar yusyuvarlak birleşikti.
 Gökbilimcinin karısı bu düşüncenin yarattığı komikliğin dudaklarına kondurduğu tebessümle, “Her ne olursa olsun,” dedi ve devam etti “Bay Ames’in hayattayken aşağı inmesinin mümkünatı yok. O, yukarı çıkmayı sever.” Küstah bir tavırla göğü işaret ederek, “Ya çatıya ya da dağların tepesine. Kendimi bildim bileli tepelerdedir,” dedi.
 Tesisatçı, “Alışkanlıktan kaynaklanıyor,” dedikten hemen sonra aniden aşağıdaki kanala indi. Bayan Ames, tesisatçının vücudu gözden kaybolduktan sonra yıldız gibi ışıldayan saçlarının bir tutamını gördü. Tesisatçının boğuk ve kötü bir önsezi taşıyan sesi Bayan Ames’e ulaştı. Tesisatçının ağzından dökülen cümle, “Sanırım bir şey boru dirseğini tıkamış,” oldu.
 Bu, onu etinden kemiğine kadar etkileyip, düşünmeye sürükleyen bir konuşmaydı. Kocası, onun hiçbir şey bilmediği yükseklikten bahsederken ne gözünün önünde canlandırabiliyor ne de eşini dinleyebiliyordu. Bu zamana değin isim verilmediği takdirde derinliği ya da sihri aldırmamıştı. Gündelik deliliği ancak dirsek tıkandığında açıkça görebildi. Kendisiyle bu konuları konuşanın bir erkek olabildiği gerçeğine afallayarak çimenlere oturdu.
Yabani otların uzadığını görmesine rağmen onları hayattan koparmak için kıpırdamadı. Ellerinde hiçbir hareket belirtisi olmaksızın, duyuları örtülmüş, gücü tükenmiş bir vaziyette oturuyordu. Bazı erkeklerin bu şekilde saatlerce tek bir fikri kaynağına kadar takip ederek düşündüğünü biliyordu. İnsan aklı hem dengeyi sağlayabilir hem iki ucu ayırabilir; hem otları ayıklayabilir hem de yok edebilirdi. Otlarla dolu toprağa oturmuş, kendini düşüncelerle meşgul etmeye çalışırken, donuk bir halde tesisatçının dönmesini bekliyordu.
 Kocası her zaman ölüler gibi yukarı çıkarken, ölülerin bedensel varlığı gibi aşağı inen başkalarının olduğunu artık biliyordu. Bayan Ames, erkeklerin iki ayrı bedene ayrıldığını artık daha net anlayabiliyordu. Bu bilgi basitliğiyle onu hayrete düşürdü ve uzuvlarındaki rahatsız edici kımıltıları yok etti. Yerinden kıpırdayamadı fakat dağların kayalık yamaçlarına dönük oturarak sessizce açıklığa kulak verdi. Kocası insanlığın aklı, öteki adam ise etiydi.
Bir müddet sonra, tesisatçı toprağın altından dünyaya doğdu: önce açık renklerle süslenmiş kafası, ardından yanık alnı, en sonunda beyaz kirpiklerle püsküllenmiş mavi gözleri. Kalın ellerini bahçe yolunun kaldırımlarına yerleştirdi ve kendini çukurdan tamamen sarkıttı.
 “Toprak altı boruları,” dedi memnun bir şekilde. “Gazlar,” diye de ekledi, kadının kalkık suratına bakarken, “kanalları tıkıyor.”
 “Tanrı aşkına, ne yapacağız?” diye sordu gökbilimcinin karısı sakince. Sahici yanıtların verileceği sorular sormakta yeni ve tuhaf bir zevk vardı.   Gökbilimcinin ona söylediği her şey, yanıtı mümkün olmayan, sonsuz bir soru işaretiydi.
 “Ah, aman canım,” dedi tesisatçı, yere bakıp gülümseyerek. “Her derdin bir dermanı vardır. Bazen öyle olur,” dedi bir çocukla konuşur gibi, “bazen de böyle. Ama su akar yolunu bulur.”
 Bitkilerden çıkan şeyler seni tekrar gençleştirir, der gibiydi; ya da şakır şakır yağan ilk yağmur her türlü kuraklığın susuzluğunu giderir veya zamanın kendisi kırık kemikleri kaynatır.
 Tesisatçı, “Yer borusunu takip ederek doğrudan ormanın diğer ucundaki taşkın sulara kadar gideceğim,” diyordu. “Sorun burasıyla orası arasında bir yerde. Yolda tespit ederim. Bakım için yapılamayacak hiçbir şey yok,” diyordu ve gözleri kadının yüzüne sabitlenmişti: ya küstahlıkla ya nezaketle ya da aşkla.
 Gökbilimcinin karısı ayağa kalktı, saçına bir toka taktı, mutfağa doğru döndü. Hizmetçiye seslenirken bile tesisatçı konuşmaya devam ediyordu.
 “Bir zamanlar geviş getiren bir ineğim vardı,” dedi tesisatçı. Hizmetçi mutfak basamağına çıktı. Bayan Ames güneşin altında ona tebessümle bakarak durdu.
 Bayan Ames bahçenin karşısından, “Sorun çok ama çok ciddi,” dedi. “Bay Ames kalktığında, lütfen ona aşağı indiğimi söyle.”
 Kısa yoldan patikadaki açık kapıyı işaret etti, tesisatçı ise takımını koluna taktı ve aşağı inmesine yardım etmek için elini uzattı.
 Tesisatçı, “Ama ben ona hemen yeni bir tane daha yaptım,” diyordu, “otlardan falan.”
 “Ah,” dedi gökbilimcinin karısı, yeryüzünün kalbine merakla adımını atarken. Tesisatçının söylediklerinin doğru olduğunu bilerek koluna girdi.

Kay Boyle, “Astronomer’s Wife” öyküsü
Çevirmen: İnci Simay Tekin

Yorum bırakın