“Dik dur biraz. Güven kendine. Siktir et Orhan’ı. İstifayı da bas. İyi gelmiyor sana orası.”
“Kolay mı Zeynep? Ha deyince oluyor mu hemen?”
“Sen istedikten sonra neden olmasın?”
Yakasındaki kırmızı leke. Cebindeki tek küpe. “Aman Sevda, ne saçmalıyorsun? Tam seyahate giderken zamanı mı?” Değil tabii. Bana ayıracak vaktin yok. “Olmuyor kabul et. Bu kaçıncı. Her seferinde düşürüyorsun.” İçimdeydi. Kalbi atıyordu. Senin yüzünden. “O kadar yoğunum ki. Dündü doğum günün ama gelirken pasta aldım sana. Yarın sabah toplantım olmasaydı… Bu seferlik evde yesek… Ismarlayalım hatta, sen yorulma.” Bu seferlikmiş. En son ne zaman bir şey yaptık ki. Yok toplantı, yok seyahatler. Senin yüzünden. Mutsuzluğum, yalnızlığım, senin yüzünden.
“Sevdaa! Sana diyorum. Nereye daldın yine?”
“Hiiç. Düşünüyordum. Kafayı yicem Zeynep galiba.”“Yeme canım. Her karanlığın bir aydınlığı vardır. Seni üzen, mutsuz eden şeyleri hayatından çıkartmanın zamanı geldi.”
Soğuk, uykusuzluk, yalnızlık. Anlamsız sabahlar. “Oo Sevda Hanım, hep böyle geç mi geleceksiniz?” Ahh, patronun sevgilisi olmasan var ya. “Sevda, sana söylesem mi bilemedim ama Orhan’ı dün gece şu balıkçıda gördüm. Ya nasıl desem… Yanında bir sarışınla. Seyahatte dememiş miydin?” Elinin körünü demiştim. Şuna bak, nasıl da üzülmüş gibi yapıyor. Nasıl desemmiş. İşi zindan ettiğin yetmiyor, bir de bunu sok gözüme.
“Yine daldın Sevdaa… Dinle beni. Odan dünden hazır. İş de buluruz sana. Senin gibi çalışkan, cin gibi kadını havada kaparlar. Bir çevremiz var herhalde. Her şey yoluna girer. Yeter ki he de.”
“Kolaymış gibi anlatıyorsun.”
“Canım. Sen düşün bir. İyi gelecek burası. Uzaklaşmak, özgürlük. Yaklaşsana kameraya, baksana bembeyazsın. Allık bile sürmezdin okuldayken. Ruhunu emdi etrafındaki sülükler.”
Aramadı iki gündür. O zaman da yoktu. Sinir krizi geçirirken, battaniyenin altında titrerken yoktu. Hep yalnızdım.
“Demiştin evlenme diye. Zaten sana rağmen yaptığım hiçbir şey yürümedi. İş de ayrı boğuyor.”
“Gözünü kör etmişti aşırı ilgisiyle. Âşık oldun sandın. Bu da geçecek. Bari şimdi dinle beni.”
“Kolay mı Zeynep? Çok zor geliyor, n’apıcam bilmiyorum. Kafam çok karışık. Şirket telefonuna mesaj geldi. Dur bakayım belki odur. Sen de eve git, ararım yine.”
“Peki! Düşüneceksin ama. Ciddiyim kızım. Burası sana acayip iyi gelecek.”
Masanın üstüne koymamış mıydım? Yatak odasında mı bıraktım yoksa değişirken üstümü? Aramaz ki. Konuşsaydık. Sevda ya, hâlâ mı? Bunca şeyden sonra. Adam başkasıyla. Unutmalısın artık.
“Birkaç gün daha buradayım. İşim uzadı.” İşmiş. Yalancı… Ağlamak yok. Kanarken yok. Hastaneye yetişmeye çalışırken yok. Doğum gününde yok. Sevgililer gününde yok. Yok yok yok… Zavallı bebeklerim. Yalnız sabahlar. Leş gibi ilaç kokan hastane koridorları.
Hadi kalk. Yeter. Bir kahve yapsam. Zeynep’i aramalı. Gitmiş midir eve?