Kaybettiğim Yürekler

 Masum bir çocuğun ilgi bekleyen bakışlarında bulmuştum, yaşamı tüm dünyayı kucaklayacak kadar sevmeyi.

 Okulun kapısından ilk girdiğimde heyecandan ellerim titriyor, ayaklarım beni zor taşıyordu. Biraz sevgi, biraz merak, kaygı ve hayalime kavuşmaya çok az kalmış olmanın getirdiği heyecandı beni titreten. O gün gözlem günümdü. Mesleğe atılmaya iki yıl kala yapmamız gereken bir çalışmaydı gözlem. Haftada bir gün belirlenen okula gidip mesleği ve çocukları yakından tanıyıp anlayacaktık. Acaba heyecanımı mı duymuştu minicik kalbiyle? Ben etrafı acemi bakışlarla seyrederken minik bir el dokundu ellerime. Nasıl almıştı bu sıcaklığı ve nasıl hissetmişti bendeki çocuk sevgisini, o an hiç anlayamamıştım. Her şey o kadar kendiliğinden olmuştu ki ben de bırakamadım ellerini bir süre. Dalına sığınmaya çalışan serçe misali bir hali vardı. Esmer yüzüne vuran masumiyeti anlatıyordu kendini nasıl da yabancı hissettiğini. Daha dikkatli baktığımda onda diğer çocuklardan farklı bir şeylerin olduğunu hissettim. Evet, kıyafeti çok düzgün değildi: buruş buruş mavi bir önlük, ilk hali siyah olduğu anlaşılan solmuş gri renk bir pantolon ve kış gününün soğuğundan onu koruyamayacak olan bez ayakkabılar. Fakat    sadece    kıyafet    değildi    ondaki    farklılık.

 Bir zamanlar Çalıkuşu’nu okumuş ve Çalıkuşu olmaya karar vermiştim. Ama kitaptaki yıkık dökük köy evlerindeki çocukları böyle metropol kentlerinden birinde görmek beni sarsmıştı. Oldukça erken bir karşılaşmaydı bu benim için ve ben buna hazır değildim. Çünkü henüz kendime yetemiyordum; nasıl minik bir yüreğe yuva olabilirdim ki? Zil çalıp da ilk derse girdiğimizde daha da şaşırdım. Bazen iki insanın yolu bir yerlerde kesişirmiş. Çok sonraları bunu anladım. Çocuk onca çocuğun arasından esmer teni ve koyu kahve gözlerle en arka sıradan bana gülümsüyordu, yine biraz mahcup. Adını da o ilk derste öğrenmiştim: Azad. İlk    defa    duyduğum    bir    isimdi    ve    özgürlük    anlamı    taşıyordu.

 Sonraları birkaç defa daha gitme fırsatım oldu o okula. Her gidişimde o sıcak karşılama beni hiç yalnız bırakmadı. Küçük hediyeler götürürdüm ona; bazen bir kalem, silgi gibi küçük hediyeler. Ama bir ayakkabı alabilmeyi ne çok isterdim. Zaman zaman teneffüslerde bahçeye çıkıp da daha yakından takip ettiğimde Azad’ın hiçbir çocukla kaynaşamadığını, hep yalnız kaldığını, okulun bahçe duvarının kenarında tek başına dolaştığını, oynayan, koşuşup bağrışan çocukları biraz utangaç bakışlarla uzaktan seyrettiğini gördüm. Daha yakından tanımak, nasıl bu kadar erken büyüyüp de büyüklere has bu kadar duyguyu bir arada yaşayıp nasıl bu derece yansıtabildiğini anlamak istedim. Nihayetinde her yürek hikâyesini en çok bakışlarında yansıtıyordu.

 Bir hafta sonu bir arkadaşımla ailesini ziyarete gittiğimde yaşadığım şok iki katına çıkmıştı. Böyle bir gerçekliğe ilk defa tanık oluyordum. Tek göz odada ondan küçük iki kardeşinin daha olduğunu gördüm. Hikâyesi, o zamanlar yeni yeni duysam da şimdilerin en tanıdık hikâyelerindendi. Doğudan batıya göç etmek zorunda kalan bir aile ve yeni hayat kurma çabalarında yaşadıkları maddi manevi çok boyutlu sıkıntılar. Aradan çok zaman geçmedi okulu üçüncü sınıfta bırakmak zorunda kaldım. Gördüğüm, tanık olduğum, yeni tanıştığım gerçeklikler bana başka kapıları gösteriyordu. Hayat her zaman hayal ettiğin gibi olmuyor. Hayallere de bazen ara vermek zorunda kalabiliyor insan; karşısına çıkan başka hayaller karşısında.

 Yıllar yıllar geçti. Sayamadığım kadar uzun yıllar o yollarda yürürken, Azad’ın hayali hep bana gülümseyerek “yanındayım” der gibi her yere benimle birlikte geliyordu. Ve ben sürekli kendime tekrarlayıp durdum: ben onu bırakmadım ki. Bunu düşünüp durdum hep. Düşündüm, yürüdüm daha hızlı, daha hızlı. Sanki Azad’ı bulacaktım bir yerlerde. Acaba hiç bildi mi onun gibi nice mahzun bakışlı çocuklar için bu uzun yolculuğa çıktığımı? Yoksa onu terk ettiğimi mi düşündü?

 Hayat bazen tesadüflerle insanı gülümsetiyor. Hiç aklında, hayalinde olmayan şeyleri sana yeniden yaşatıyor. Ama bu sefer öyle olmamıştı. Yolculuk tamamlanmış ve ben Çalıkuşu olma hayalime yeniden kavuşmuştum. Yirmi sene önce gözlem için kapısından girdiğim okula, bu    sefer    staj    için giriyordum.

 Nasıl atıyordu kalbim okula yaklaştıkça. Kimse anlamıyordu ki heyecanımı. Staj heyecanı, klasik öğrenci hali şeklinde düşünülüyordu. Bense içimden o kadar dua ediyordum ki, beni karşılayan    minik    ele    tekrar    kavuşayım    diye.

 Bahçe kapısından içeri girdiğimde akıp geçen zamanın gerçekliği karşısında donup kalmıştım. Okul o eski okul, önlükler de eski mavi önlükler değildi. Eski binanın yerinde yeller esiyordu. Bu senenin en çok gündemi olan boşaltılan kolejlerden biri devlet okulu yapılmış kocaman bir afiş asılmıştı: “Devletin malı millete” anlamı taşıyan. Her şey o kadar değişmişti ki. Sanki çocukların cıvıltıları bile daha farklıydı.

 Ve ben her tarafa o kadar dikkatle bakıyordum ki neden çok sonra zamanı fark ettim. Aradan geçen onca seneyi yeniden yeniden düşündüm o kısacık anda. Azad yoktu ve ben onu bir daha asla göremeyecektim. Görsem bile yanımdan geçen kocaman bir delikanlı olmuş olacaktı ve    ben    onu    tanıyamayacaktım.

 İnsan, yüreğine dokunan hiçbir yüreği kaybetmek istemiyor.

14 thoughts on “Kaybettiğim Yürekler”

  1. O kadar ellerine ve yüreğine dokunulması gereken çocuklar var ki bunlari görmek için kocaman bir yürek gerekir .Bir öğretmenin mesleğini severek yapma psikolojisi görüyorum Çok Azadlar var ülkelerin unutulmuş bölgelerinde hayata tutunmaya çalışan bunu görmek için yürekten bakmak lazım.Yuregi büyük olan tüm eğitimcileri ,tüm kalbimle kucaklıyorum emeğinize sağlık paylaşım için teşekkürler

Yorum bırakın