Kayboluş ve Yol

 Yolun kimine göre bittiği yerde kimine göre başlıyordu, kimine çıkmaz sokak olan duvar dibi kimine göre ev oluyordu, asfaltlara kök saldığı…

 Siyah saçlı kadın duvarın dibinde Arnavut kaldırımlarının arasında çıkan inatçı çiçeğe bakarken kendine sordu: “Alın yazım yollara mı saplanmış?” Derin soluk alışları ile inip kalkan göğsü ve omuzlarına dökülüverdi saçları, eskimiş kırmızı çiçekli yazması akıverdi taşların üzerine. Doğruldu. Saçlarını gelişigüzel ördü, ucuna yazmayı bağladı. “Sakin ol kızım! Az kaldı, şimdi uyu ve sessiz ol,” dedi. Çıkmaz sokağın duvarına baktı, çok güzel bir yazı ile “ Buraya çöp dökmek yasaktır!” yazıyordu. Gördüğü en güzel uyarıydı.

 Saçını arkaya attı. İçini uyuttu. Umudunu büyüttü. Güzel yazıya arkasını dönüp gitti. Dağı dağa kavuşturan adamı arıyordu. Yükü yormayan o gülüşün peşinden, yorulmaya niyetli bir kayboluşun içindeydi.

 Kaybolmuş bir büyümeyi arıyordu. Siyah saçlarının deliliğine hayran güzel gözlü adamı. Ritim aynıydı. Gün aynı. Güneş aynı. Yol farklı . Kendini bulmak için önce kaybolmalı insan.

 Sabahları şafak ile çıkar yola Leyla, öyle bir renktir ki rüzgârlar yavaş geçer teninden. Mecnun öyle bir yoldadır ki inancını kaybetmiştir. Hiçbir gerçek güzellik ile karşılaşmamış bir adamdır. Penceresi kör karanlığa bakar, kapısı sisli kayıp bir yola açılır. Ne zamanki gördü toprak kokan kadını, gözlerini daha çok açtı. “Deli dediklerine delil bu olsa gerek,’’ dedi. Leyla onun için inancın kanıtıydı. Suskunluğundaki bilgiyi, gizemini çözmek istedi. Sevdi o bilinmezlikte kaybolmayı. Üstelik insan insanda kaybolduğunda geri dönüş yolu hep değişirdi, insan değişirdi çünkü. Zor kadındı Leyla , ağırdı yükü, bildiği çoktu. Mecnun’un sonunu merak ettiği masalları biliyordu. Yorgundu Mecnun, yıllardır söylenen bir türkü gibiydi. Leyla’nın sesi güzeldi, nefesi yetmezdi. Zemheride buldu Mecnun’u dağın başında. “Gözünün yaşı gönlümün umududur,’’ demişti Mecnun. Leyla insan olmaya inanırdı . Kanadına yüklenen bir göçmen kuşu gibi biliyordu sevdanın yolunun Mecnun’dan geçtiğini. Dağ başında iki beden rüzgâra karşı uçuşuyordu renklerinden. Birbirine atan iki kalp yaklaştıkça, rüzgâr asi bedenlerinin rengini çalıyordu. Elleri birleşince kıyamet gibi bir çığlık koptu. “ Duyan duysun sana olan yazgıma sahip çıkıyorum,” dedi gül kurusu Leyla. “Bilen bilsin beni sana çıkaran bu karanlık yolda kaybolmayı ben seçiyorum,” dedi gece mavisi Mecnun. Topladılar tüm ritimlerini dağın, rüzgârın uçuşan eteklerine. Elleri birleşti, elleri göge açıldı. Bir yığın umudun arasında yaraları iyi oluyordu. İyileşmek… İyiliğin içinde kaybolmak için var olmuşlardı. Varlıkları amacına ulaşırken birlikte parlamışlardı. Kuşların izlerini gece bile kaybetmeden yıldızları topladılar ölmüş umutları için. Çiçekleri kan renginde olan bahçelerden el ele geçtiler. Avuçlarındaki çizgiler birbirine denk gelmiş gibi. Açardı türküler, şiirler, ağıtlar duvar dibindeki çiçeklere saygı duruşunu rüzgârlara bozdurmadan.

 “Bu şehrin üstü kayboluşlarla dolu Mecnun. Ustalaşmışlar bu şehirdeki çiçekler dert açmakta. Geçmişin, geleceğin, tuzun, ekmeğin verimli toprakları harman olmuş zamansız. Yorgunluğun bitmiyor bu yüzden gel biraz dinlen, gel dizlerimde uyu. Gel dizinin dibinde dinleneyim. Dost diye bildiklerine yalvar yakar olma. Yollarına ölme iyiliğine inandığın varlıkların. Beni yanan ateşlerin isinde arama. Ben okunmamış kitapların altı çizilmiş kelimeleriydim. Anlamadı kimse beni. Aklınla oku aklınla anla beni.”

 “Bu şehirde kayboldu oyuncağım. Penceremin önündeki servi ağacını bu şehirdeki bir hain yaktı. Leyla seni o isli pencereden gördüm. Örgülü saçlarının açıldığını, sevdam gibi kara saçlarını… Dört yanımı saran deli rüzgârın sızısı ile yürüyordun. Saçlarını açtı rüzgâr. Kırmızı yazmanı uçurdu. Yanmış kurumuş siyah dallara takıldı yazman. Alnımın karası ellerimi bağladı, açık kapıyı açamadım. Dilimde selamı vardı bağlanan yolarımın. Kollarımın. Ellerimin. Kirli tırnak diplerim büzüşüyordu senin çiçek açtıran her adımınla. Kaç zaman bekledim isli camların, kör kapıların ardından. Korkum vardı inancımı yiyip bitiren. Kitaplarım vardı satırları leyla. Ekmeğin en kızarık köşesi Leyla. Çalışırım, karşımda sen emeğimim teri Leyla. Kirli tırnak diplerimin utangaçlığı Leyla. Gidemediğim tüm ülkeler Leyla. Büyütemediğim çocuğum Leyla. En güneşli gün Leyla. Yaşamak Leyla işte. Tüm göğümü karıştırdım ben söylenmemiş o sözü bulmak için. Yağmur bulutlarının en gri yerinde, sana hayran bir çift söz Leyla. Gel yollarıma, kayboluşlardan korkma bulurum ben seni…”

2 thoughts on “Kayboluş ve Yol”

Yorum bırakın