Akraba günü için toplanmış kadınlar, pür dikkat, televizyonda canlı yayınlanan “Cep Herkülü”nün Seul’deki rekoruna kilitlenmişlerdi. Akrabalık bağlarının dışında, milli bağlarının da olduğunu ilk kez o gün fark etmişlerdi. Milli ve manevi duygular ile dualar mırıldanırken kapı çaldı. Yeşilin en koyu tonu elbisesi üzerinde, Kabe resmi işlemeli kadife çantası elinde Perihan Yenge içeri girdi. Kar gibi tombul yüzü, eşarbının altında solgun ve ter içindeydi. Ikılıya tısılıya eve girişiyle evin içi hacı misi kokusu ile doldu. Güne toplananlar için heyecan doruktaydı. Besmele çek, besmele çek tekrarları Perihan Yengenin tepesini attırdı. Elini sallayarak “Ne besmelesi aa! Merdivenden çıkarken imanım gevredi zaten!” dedi. Salladığı eli ile bütün negatifliğini gün için gelen akrabaların üzerine silkeledi. Penguen gibi yürüyerek baş köşeye oturdu. Kapatın hele televizyonu, deyince özellikle gençlerden itiraz nidaları yükselecekti ki Perihan Yenge’ye itiraz edilemeyeceği hatırlanarak nidalar yükselemeden kesildi. Perihan Yenge, boğum boğum bileklerinde ışıl ışıl bileziklerini şıngırdatarak çantasından uzun zamandır nihayete eremediği için kirlenmiş el işini çıkardı. Suratındaki ifade her zaman memnuniyetsizdi. Mutfakta misafirlere ikram edilmek üzere pişen kahveler henüz kabarmamıştı, fakat Perihan Yenge’nin sıcağa, soğuğa , çocuklarına dair şikayetleri güne gelenlerin yüreğini kabartmaya başlamıştı.
O hararetle şikayetlerini dile getirirken bilezikleri ışıl ışıl parlıyor, güldükçe kucağında bir yastık gibi duran göbeği hopluyordu. Perihan Yenge hac görevini yerine getirmek için yedi kez kutsal topraklara gitmişti. Bu ziyaretleri daha çok, ucuza ne kadar kadife aldığını, çantalar dolusu hacı misini havaalanından nasıl geçirdiğini ballandırarak anlatırdı. Ziyaretlerin uhrevi kısmından hiç bahsetmezdi. Getirdiği hediyeleri paylaşmaya hiç kıyamadığı için hepsini kilit üstüne kilit vurduğu dolaplarında saklardı. Süt gibi beyaz gerdanında Sultan Reşat altını sallanırdı. Elmas yeşili gözleri hep kem bakardı. Kalın bedeninin aksine incecik tiz bir sesi vardı. Sesinin tonu da söylediği kötü şeyleri daha da çirkinleştiren bir etkiye sahipti. Perihan Yenge’nin kocası Ömer Amca, iki metreye yakın boyu, kaba tavırları ile Perihan Yenge’nin hayata ve insanlara karşı bu kadar kötü olmasının somut gerekçesi gibiydi.
Üç oğulları olmasına rağmen hiç kız çocuk özlemi duymayan bu çiftin kimin gelini olduğu fark etmeksizin bütün gelinlerden nefret ettiği herkes tarafından bilinirdi. Perihan Yenge vakit namazını eda etmek için başka odaya geçtiğinde namazı eda eder etmez seccadenin ucunu kıvırıp başlardı dedikoduya. Perihan Yenge’nin oğulları, annelerinin bu tavırlarına Ömer Amca’nın cimriliği, gülleden ağır sözleri de eklenince evden kaçmak için başka şehirlerde yaşam kurmuşlardı. Uzaktaki gelinleri ile bir yere kadar uğraşabilen Perihan Yenge başkalarının gelinleri ve torunları ile uğraşırdı. Ömer Amca pek konuşkan bir insan değildi. Nadir konuştuğu zamanlarda, altmış üç yaşında vefat eden kardeşi İzzet’i annesinin daha çok sevdiğini, bu nedenle kendisinin ne annesini ne de kardeşini sevdiğini sıklıkla dile getirirdi. Anlattıklar, insanlara yetmiş yaşında da kardeş kıskançlığı yaşanabileceğini düşündürürdü. Mevlitlerde huşu içinde sallanan Perihan Yenge, mevlidin sonunda dağıtılan etli ekmekleri bütün bütün yutardı. Turuncu boncuklarla Kabe resmi işlemeli, kadife çantasına bir tabak da Ömer Amca için indirdi mi ulvi görevini yerine getirmiş olurdu.
Perihan Yenge, Ömer Amca’nın ani ölümü ile tamamen yalnız kaldı. Onun geldiği akraba günleri, diğer akrabalar için tehlikeli sularda yüzmek gibiydi. “İnşaata girmek yasaktır!” levhasını geçmek kadar ürperticiydi. Çamaşır suyu ile tuz ruhunu karıştırmak kadar tehlikeliydi. Nitekim o gün de Perihan Yenge pimi çekilmiş bombaydı adeta. Kahvesini içerken höpürdetmesine bastırılan küçük bir kahkaha ile gülüveren evin kızı Yonca, uyuyan devi uyandırdı. O gülüş, Yonca’nın hayatının seyrini değiştirecekti. Bu alaycı gülüşü fark eden Perihan Yenge, çatallanan sesini önce akor etti, sonra “Yonca kızım daha evlenmiyor musun?” diye sordu. Yonca,”Okuyorum, Perihan Yenge.” diye cevap verince, “Ben de seni dün Sümerbank’ın önünde el ele bir oğlanla görünce nişanlandın sandım.” deyiverdi. Günde bomba etkisi yaratan bu sözler, derin bir sessizliği sebep oldu. Yonca ağlamaklı “Aa! Yenge , dün ben evden çıkmadım ki!” dedi. “İyi düşün, dün değilse önceki gündür.” diye bastırdı Perihan Yenge. Yonca’nın babaannesi Hatice Hanım, elinde işlediği çarkıfelek dantelini usulca yanına bıraktı. Kararlı bir vurguyla, “yapmaz Yonca’m,” dedi. Perihan Yenge, “Eltim, yalan mı söylüyorum?” diye ısrar edecek oldu. “Yapmaz dedim…”
Gözleri yavrusunu koruyan filin gözleri kadar kararlıydı Hatice Hanım’ın. Perihan Yenge geri adım atmasa da bir rüzgarla günü terk etti. Onun gidişi evi cenaze evine çevirdi. Tadı kaçan akrabalar, kısırın tadına varamadan günden ayrıldılar. Hatice Hanım da eline aldığı optikçi reklamı amblemli çantasıyla tam evden çıkacaktı ki Yonca, “Babaanne ben de seninle geleceğim.” dedi. Fakat Yonca’nın annesi Gülşen buz gibi bir tavırla, Yonca’ya sert bir bakış attı. Yonca ile Hatice Hanım tutkulu iki aşık gibi hüzünle ve sevgiyle birbirlerine baktılar. Otogarlardaki vedalaşmalar kadar hüzünlü bir veda ile vedalaştılar. Oysa Hatice Hanım beş yüz metre ileride oturuyordu. Fakat Yonca’nın annesi, babaannesi ile görüşmesine sık sık ambargo koyardı. Babaanne ile torunun arasında konuşulmasa da Hatice Hanım tarafından sezilen bir durumdu bu. Gün dağıldıktan sonra Yonca mutfağı toplama bahanesi ile mutfağa geçince annesi, “Gel buraya!” diye seslendi. Yonca binlerce yeminle yapmadım anne böyle bir şey diye annesinin sormadığı soruyu cevaplasa da Gülşen’i ikna etmek ne mümkündü. İşte o günden sonra Yonca’ya her şey yasaklandı. En sevdiği dizi “Uğurlugiller”i izlemesi de yasaktı. “Gel gel sarışınım gel” şarkısını dinlemesi de. Hafta da bir gün, pazar günleri gidilen piknikler de… Gülşen, Perihan Yenge’ye inanmıştı bir kere. Yonca okula artık gidemiyordu. Babaannesinde kalma talepleri ise asla gündeme bile getirilemiyordu. Gülşen, hayatta hiç kimseye koyamadığı tavrı ömrünce yalnız Yonca’ya karşı koyabilmişti. Çünkü Yonca, üç kız kardeşin en büyüğü idi ve Gülşen diğer kızlara bu zulmü yapsa toplum tarafından, istenmeyen kız çocuğu oldukları için eziyet ettiği hissi uyandıracağından Yonca’ya eziyet etmek Gülşen’e daha kabul edilebilir geliyordu .İlk çocukta, o yıllarda bile cinsiyetin önemi yoktu. O nedenle Yonca’ya takınılan tavrın cinsiyetinden olduğu anlaşılamazdı. Evin şartları Yonca için daha da ağırlaşınca eve gelen bir ilan-ı aşk telefonuna, kaçır o zaman beni, deyiverdi. Evlerinin karşısındaki marangozun oğlu şişman Hakan’a hiç aşık olmadan, hiç el ele tutuşmadan gelen tek bir telefonla kaçtı. Perihan Yenge, ben görmüştüm onları el ele, diye yine tutturdu. Oysa Yonca, Haka’ı ilk kez kaçtığı gün yakından gördü.
Tahmin edilenin aksine her şey Yonca’nın lehine gelişti, mutlu bir yuva kurdu. Yıllar yılı, güzeller güzeli Yonca’nın şişman Hakan’a neden kaçtığı küçük ilçede merak konusu oldu. Gerçeğe en yakın tahmini, babaannesi Hatice Hanım yapsa da bu durumu ukdesinde öbür dünyaya taşıdı. Zordu istenmeyen çocuk olmak. Yonca, annesinin kız çocuğu sevmemesinden kaçtı. Yonca annesinin kendisini, çocuk olarak görmemesinden kaçtı ve huzurlu, özgür evinde üç oğlunu mutlulukla büyütse de Perihan yengeyi hiç affetmedi.
Perihan Yenge’ye ne mi oldu? Bir daha hiç bir akraba gününe dahil olamadı. Ölmeden önce üzerine bir iyilik hali geldi. Elbette başında hare oluşturacak bir iyilikten söz etmiyoruz. Gönlü yumuşadı. En azından kestiği kurban etlerini dolabına doldurup bir yıl yemek yerine fakirlere dağıttı, gelinleri ile uğraşmaktan vazgeçti. Dedikodu yapmaz oldu. Bünye bu iyiliği daha fazla kaldıramadı. Özel kanalların açıldığı yıl rahmet-i rahmana kavuştu. Sağlığında kırk kilit vurduğu dolaplar açıldı, yedi kat eller eşyalarını paylaştı. Ardında hoş seda bırakmasa da bolca hacı misi bıraktı Perihan Yenge.
Öncelikle elinize, yüreğinize, kaleminize sağlık hocam. Maalesef ki hala günümüzde de yaşanan çoğu probleme parmak basmış çok da güzel yazmışsınız.Akıcı,keyifli bir yandan da düşündürücü bir yazı olmuş. Yazılarınızın devamının gelmesi dileğiyle bol bol sevgiler ve saygılar.
Harika bir hikaye.Insanin damağında öyle bir lezzet bırakıyor ki adı çocukluk mutluluk huzur sanki
Daldım gittim bu hikayeyle, ne de güzel yazmışsın ellerine sağlık arkadaşım ♥️
Emeğinize kaleminize sağlık, Nagehan hanım çok akıcı ve etkileyici bir öykü olmuş..
🙏🙏
müthiş bir yazı, okurken adeta yaşadım umarım devamı gelir yazılarınızın Nagehan hanım
Çokkk teşekkür ederim 🙏
Eline yuregine sağlık arkadasim başarılı bir yazı olmus
Akraba gününde toplanmış kadınlar ve Perihan Yenge ….sanki ordaymış gibi bir köşede izledim olan bitenleri,yüregine emeğine saglık arkadaşım.yeni öykülerinde buluşmak dileğimle.