Hayata kök salabilmek için yeni canlar dünyaya getiriyoruz. Biz o canın sorumluluğu ile uğraşırken dünya bir bireye daha ‘’Merhaba,’’ diyor bu sırada. Yeni bir nefes, yeni bir soluk ve yepyeni bir hayat serüveni başlıyor artık. Doğum da ölüm gibi takdi-i ilâhî. Kader döngüsünün içinde, mücadele ederek tabiri caizse “sıfırdan bir yaşam” ile hayata gözlerimizi açıyoruz ve o saatten sonra da sıfırın başlangıç noktasına adım atıyoruz desek yeridir. Kader ağlarını ördü bir kere, bizi hangi sürprizlerin beklediğini bilmediğimiz bu dünya ile imtihanımız, tam da bu noktada başlıyor aslında. Yaşayarak, sınanarak, bazen de yanlışlarımızdan dersler çıkaracağımız bu evrende, Yaradan’ın bizim için yazdığı yazgıya teslim olup yapmamız gereken ne varsa yapmaya çalışarak yolculuğumuzu başından sonuna kadar tamamlamış olacağız.
Teslim olma duygusu, ‘’Kaderimde bu var, o yüzden bu böyle.’’ gibi sitem cümleleri elbette değil. Değiştirebildiğimiz ve değiştiremediğimiz şeylerin bilincinde olup ona göre hareket etmemiz gereken bir teslimiyet bu. Salt duygularla, bazı şeyler için çabaladıktan sonra, sonuç ne olursa olsun kabullenme hâli de diyebiliriz. Nasıl ki yaşananlara, yaşanacaklara müdahalede bulunamıyorsak ve onları geri alamıyorsak, pişman olup telafi edeceğimiz yerler de var bu hayatta. Ne ak yaşıyoruz ne de kara; her şey dört dörtlük de olamaz, ekside de olamaz. Ya ortasını bulursun ya da ikilemli hâllerde gidip gelirsin. Lâkin hayatın hızına da yetişemezsin. İkircikli olup, arafta kalırsan eğer, hayat senin adına tercihini yapar ve savruk bir yaprak misali, oradan oraya sürüklenmeni umursamadan akmaya devam eder. Akışta kalırsan, savaşırsın ve yaşamın için mücadeleye son hız devam edersin. Aksi olursa da zaten ne olduğunu bile anlamadan kendini bambaşka yollarda, bambaşka tercihler yaparken görebilirsin. Ucu bucağı belli olmayan, sapa yollar, hangi yöne evrildiğini bilmediğin o insanlar… Bir de bakmışsın ki daha düzlüğe bile çıkamadan, hayatın belli belirsiz yörüngesinde kaybolmuşsun. Pusulasız bir gezginin yolunu kaybetmesi gibi bu; yürüyorsun ama gittiğin yerlerin sonu yok. Bingo! Yön yok, yol belirsiz ve pusulan da kayıp. O hâlde haritanı yeniden oluşturup, keşfini de kendin belirleyeceksin.
Sayı doğrusunda her sayı bir yere tutunup başlangıç durağı olan sıfır noktasına geri dönüyor. İki ileri bir geri de yapsa, uğrak noktası yeniden sıfır oluyor. Ne ilginç değil mi? Komşu sayılara misafir olsa da geldiği yeri unutmuyor sanki. Bizim de doğamızda bu var. O yüzden yazımın başlığını, ‘’Sıfırın Başlangıç Noktası’’ koymak istedim. Sayılar sıfır noktasına, insanlar ise başlangıçları neresiyse oraya geri dönüyor nihayetinde. Sıfır rakamının mistik bir havası olduğunu düşündüğüm için, onu da ayrıca yazıma eklemek istedim. Sıfır, bazı kaynaklarda, ‘’hiçlik noktası’’ olarak kabul edilir. Bu hiçlik noktasından, varlık alemine bir geçiş olduğu için de başlangıç noktası olarak görülür. Varlıksal olarak da bir hiç desek, yanlış olmaz. Çünkü, hiçbir şeyin olmadığı yokluk hâlini çağrıştırır. Buna istinaden, ‘’yok edici, başlatıcı, boşluğu ve sonsuzluğu ifade eden’’ şeklinde tanımlamaları da yapılmıştır. Hatta, kaosu simgelediği bile söylenmiştir. Evreni ve boşluğu belirten sözcükler arasında da yerini alır.
Bu açıklamaların dışında, sıfırı, insan karakterini tasvir ederken de kullanıyoruz çoğu zaman. Misal, ‘’Sıfır bir insansın, ele alınacak bir tane bile doğru düzgün yanın yok.’’ cümlesini birine kurduğumuz zaman, o kişiyi noksan olarak eleştiriyoruz ve iyi yanının olmadığını açıkça belirtmiş oluyoruz. Bu durum karmaşa oluşmasına sebep olur; kendimizi tartmadan, boy aynasına bakmadan karşı tarafı direkt yargılamamıza da yol açar. Tartışma ortamı oluşur ve her şey bir anda karmaşık hâle gelir. Belki bunda da yok edici anlamına bir örnek verilebilir. Duyguları, insanların gözündeki değerimizi veyahut da, tahammül kelimesini yok etmiş oluyoruz. Yok eden ve yok edilen şeklinde iki unsur da belirmiş olur bu durumda. Yok eden insan iken, yok edilen hisler olur burada. Yok ederken, aynı zamanda da bir şeyleri var etmiş oluyoruz. Mesela, duygular ölürken biz başka hislere gebe kalmış oluyoruz. Bu da bazı şeyler anlamını yitirirken, farklı hissiyatların hayatımıza dâhil olmasına neden oluyor. Kalbimizde, hatta tüm hücrelerimizde yeni bir ihtilâl başlatmış sayılıyoruz. Böylelikle, yeni tohumlar ekiyoruz benliğimize.
Hiçbir şey bâki kalmasa bile, sıfırı yan yatırdığımız zaman sonsuzluk işaretinin oluşumuna da engel olamayız neticede. Duygularımıza ket vuramadığımız ve hayal gücümüzün sınırlarını zorladığımız anlarda ise, sonsuza kadar sürmesini istediğimiz şeyler oluşuyor kafamızda. Lâkin, gerçeğe döndüğümüz sırada bunun imkânsızlığını da aynı anda kavrıyoruz. O nedenle, sonsuzluk hissi hem gerçeğe yakın, hem de gerçeklikten epey uzak bir duygu. Düşlerimizin, belki de en özel konuğu. Ortak duyguların buluşma noktası, hayâl dünyasının insandaki en güzel payı. Nasıl örneklendirirsek örneklendirelim, sıfır maneviyatı yüksek olan bir rakam. Başlangıçlar, yeni doğuşları da beraberinde getirir; yenilikler de başka kapıları açar bazen. Başladığımız noktaya dönüşümüz ise, bir döngü misali. Bu döngüyle birlikte, yenelim eksik bulduğumuz taraflarımızı, yenilenelim evren hâlen işleyişini sürdürürken.