Onu cam kenarında öyle gördükten sonra artık benim için hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. O astığı astık, kestiği kestik külhanbeyi gitmiş yerine mülayim bir adam gelmişti. Bu sabah iki hemşirenin kolunda salına salına girdi içeri. Hem de yıllar önce kapısını sertçe vurarak terk ettiği kapıdan. Odası hazırdı. Her şey tastamamdı yani. Rahmetli annem, onun arkasından hiçbir eşyanın yerinin değişmesini istemezdi. Ondan başkasının oturamadığı ama güneşin inat etmişçesine iştahla yüzünü yediği koltuk bile duruyordu. Masanın üzerine, yok hayır ucuna koyduğu küllüğün yeri bile. Yıllarca onun hayaletiyle yaşadı bu ev. Gölgesi de askıdaki hırkasının içindeydi.
Kaç bayrama hazırlandı burası. Belki ayağı taşa takılır savrulur da o dik duran başı eğilir, vicdanı fırsat bulur ortaya çıkar diye dualar ederdi annem. “Ayağı taşa aklı insafa gelir geri döner inşallah” derdi. Ben de yolda yürürken taşları süzerek yürürdüm. Hatta yanımda biri tökezlese hemen, “insafa geldin” derdim. Fıstık yeşili duvarları yoruldum demeden kat kat çamaşır suyuyla parlatırdı. Gece kokudan genzim yanar uyuyamazdım. Kilimleri camdan sarkıtır, bir ucunu kendi tutar, bir ucunu da bana tuttururdu. Bir, iki, üç dedikten sonra kollarımızı kuvvetlice sallardık. Sonra o incecik kilimden gök gürültüsünü aratmayan ses çıkardı. Ama babam hiç gelmedi. Annem babamın kapıdan girdiğini göremeden rahmetli oldu. Sessizce ardına bakmadan gitti. Göçerken de onu beklemeyi bana miras bırakmıştı galiba. Onun kapıya vurmasını geceler boyu artık ben bekliyordum çünkü. Gelir de duymazsam diye tilki uykusuna yatmayı öğrendim. Başımı yastığa her koyduğumda.
Eninde sonunda bu eve döneceğini biliyordum. Annemin umudu beni de ele geçirmiş meğer. Onun için sakladığım gıcır gıcır hiç kullanılmamış çocukluğum vardı. Sadece gün yüzüne çıkmayı bekliyordu. Babası bir eve gelse sanki tamamlanacaktı. Tamam olacağım o günü bekliyordum. O gün bugünmüş. Karşımda işte. Yanılmamışım.
Eline aldığı birkaç zeytinle konuşuyordu. Gördüğüm şeyler sanki zeytin değildi de tılsımlı birer taştı. Onları evirip çeviriyor kaşla göz arasında yine bir yerlere yolculuk yapıyordu. Cam kenarına konan bir kuşlar gibi. Göz bebekleri parlak bir ışık yansıtıyordu. Aynı şeyleri tekrarlıyordu. Gördüğü düşü gerçek sanıyordu. Bedeni burada aklı başka yerlerdeydi. Sarsıldım. Halbuki “gelecek” diye söylediklerinde “Hayat bu. En kötü manzaraya karşı hazırlan” da demişlerdi. Sakın oğlum, sakın. Geldiğine şükret… diye de sıkı sıkı tembihlemiştim kendimi hâlbuki… Elimde olsa şaşırmazdım elbet. O adam daha beni büyütecekti. Niye hasta oldu ki? Küçültüp eritti ondan umduğum ne varsa. Artık o bambaşka bir haldeydi. Büründüğü kılık yüzünden. Sanki dünyaya yeni gelmiş pamuklara sarılı masum bir bebekti. Yüzünü kaplayan buruşuk atlasa bakmadan. Aslında güzeldi koruyucu maskesi. Hain olan yalnızca zamandı. Savunmasız yakaladı beni. Hoyratça, acımasız ve insafsız. Susturdu beni. Ağzımı açamadım bile. Donup kaldım, ne yapacağımı bilemediğimden. Oysa alacaklıydım. Büyüdüm. Kazık kadar adam oldum, anlamadan. Zavallı çocukluğum onu terk ettiğim yerde çakılı kaldı. Küçük zeytini kendine doğru çekti, “Aman da aman oğlum, gelsin kucağıma, dedi. Eliyle zeytini bir o tarafa bir bu tarafa çekip, işaret parmağıyla da yavaşça okşadı. Gözlerindeki ışık tekrar alevlendi. “Baba, baba…” dedi, boynunu bükerek bana… “Artık büyü baba” dedim. “Numara yapma.” Gerisini getiremedim akıtan gözlerim yüzünden. Sustum. Hıçkırıklarım duvarlarda yankılandı. Sonra kafamın içinde cebelleşen düşüncelerden kurtuldum. Hafifledim. Bunca zaman boğazımdaki düğüm çözüldü sandım. “Sen gittikten sonra hayatımdaki her şey mahvoldu. Değersizleşti. Kaybettim. Hiçbir şeyim yok. Senden başka kimsem kalmadı” dedim. Ses yok. Bir kendisini bir şefkatli elleriyle zeytini okşuyordu. Annemin merhametini iliklerimde hissettim. Sesi de kulağımda çınladı. Oradan da yine babamı kolluyordu belli ki. Kulağıma diyordu ki, “Babanın babası ol oğlum. Ona iyi bak.” Düşünüyorum da o küçük zeytin sahiden ben olabilir miydim? Yoksa o ruhunu mu satmıştı? Saçmalama. Ne bileyim işte belki de tüm bunlar babamın bana yaptığı bir akıl oyunudur. Doktorlar da iş birlikçisi. Bir de onun bana yaptığı oyununa ad koyup legalleşmesini sağlıyorlar. Hala sapasağlam adam sonuçta. Rollerinden ille kaçması mı lazım?
Kapının eşiğine oturdum. Onu izliyorum. Benim varlığımı unuttu bile çoktan. Ama ben susmuyorum, içimden konuşuyorum. Onun ikinci el anılarıyla. Sisli duvarların arasında onun beni görmesini bekliyorum. Diz çöktüm önünde. Yüzüme birkaç saniye gülümseyerek baktı. “Tanıdım seni” dedi. Sahipsiz mektupları okurcasına. Olsun. Bana baktı. Soluk ve etkisiz. Küle çeviren bakışlarıyla. Ona gülümsediğimi görünce önündeki küçük masanın üzerine sıraladığı zeytinleri gösterdi. Zeytinler, babam ve ben. Karar verdim. Tıpkı onsuz geçirdiğim uykusuz gecelerdeki gibi yine onun eve dönmesini bekleyeceğim.
Aldı götürdü, muhteşem bir yazı, yüreğine, kalemine sağlık.
Hepimizin hayatından kesitler toplanmış adeta kalemine sağlık.