Ahuy*

 Bahçenin köşesine konuşlanmış manav kamyoneti dışarı her baktığımda gözüme çarpıyor. Park etmiş arabaları da görmek istemiyorum. Hele manav kamyoneti tam bir görüntü kirliliği benim için. Nedense ona aldırış etmiyorum, beterin beteri var. Ondan önceki köşe esnafı kokoreççi idi.

 Kamyonetin arkasındaki terk edilmiş arabanın bir camı kırık, kediler oradan girip çıkıyor, kendilerine ev edinmişler arabayı. Manav onlara mama veriyor. Eve gittiğimiz zamanlar ben de pencereden besliyorum kedileri. Pencereyi açtıkça manavla selamlaşıyoruz. Eve dönüşlerde manavdan meyve alıyorum.

 Birkaç kez rahatsızlık verdiği için özür diledi. Ne duyarlı kişi, diyorum Hikmet’e manavdan söz ederken. Hem “Rahatsızlık veriyorum.” diyor hem de bütün gün bağırıyor; domates, biber, patlıcan. Sanki Barış Manço’nun o meşhur şarkısını söylüyor.

 Sokağın sükûneti hoşuma gidiyor. Şehrin ortasında penceresinden baktığında bir bahçe görmek bir şans, bir de bahçedeki turunç ve ayva ağaçlarını, Japon güllerini, ortancaları, mavi ay çiçeklerini görmek de bir artı sayılabilir. Günlük güneşlik bir ev üstelik.

 Bir gün keyifle “Evim evim, güzel evim” diye düşünecekken bir de ne göreyim, bizim manav kamyoneti büyütmüş. İki misli görüntü kirliliği diyebilirim. İçinizden, “Ara zabıtayı, gelip çeksin arabayı,” diyorsunuz biliyorum. Asla, ben onun kazandıkça nasıl sevindiğini görüyorum ve içimden onun adına seviniyorum. Büyük marketlere rakip ne de olsa. Yolun karşısındaki alışveriş merkezi onun gibi meyve satamaz, çünkü bağıramaz. Çünkü mostra nedir bilmez alışveriş merkezi.

 Hikmet takılıyor bana, “Senin hemşerin tırmanışta” diyor, sınıf atlayacak. “Yakında tekne de alacak görürsün,” diyorum.

 Ertesi sabah tam yemek yaparken bir de bakıyorum ki dolapta domates kalmamış. Hemen balkon kapısını açıp hemşehrimden domates alıyorum. İyi bir genç adam. Atlıyor bahçe duvarının korkuluklarını, balkona getiriyor. Markettekilere seslensem bir saatte getirmez, üstelik internet alışverişinde nerede çarık çürük varsa gönderir. Çoook denemişimdir.

 Hemşehrim dursun o köşede. Bir de evden çıkmadan alışveriş de çok iyi, tam bize göre. Biz alışkınız sokak satıcılarına. Omuzundaki sırığa astığı yoğurt kaplarıyla yoğurt satanlar, eşekle sokak aralarında dolaşarak zeytinyağı satanlar, çerçiler, kalaycılar, bozacılar. Tam bunları düşünürken, ah yine domates bitmiş. Utana sıkıla pencereyi açıp sesleniyorum manava.

 Ben, “Ahuy” der demez adamın yüzünden bir tebessüm geçiyor. “Tamam abla,” diyor. Ben parayı hazırlarken kapı çalınıyor. Manav nasılsa bekler diyorum kapıyı açıyorum ve “Aaaaa” diyorum içimden, manav kapıya koyu mavi büyük bir kasa domates getirmiş. Bana konuşma fırsatı vermeden soruyor. “Abla nereden anladın doğulu olduğumu,” diyor. İşte özgüven budur. Sanki İzmir’e gelince İzmirli olduk. Hazırlıksız yakalandım. “Vallah” deyişinden diyorum. “Sen bizdensin,” diyorum gülerek. Aslında “Yeddi, sekkiz,” derken yayvan “e” sesi ele veriyor kendisini.

 Sıra onda; “Abla inan apartmandaki hanımlara bakınca domates salçası yapma ihtimali olan tek kişi olarak seni gördüm,” diyor. Kibar çocuk, bakar mısınız? Anlatıyor sonra; domatesler çabuk bozuluyor, bozukları satmak çok zor atsam günah onun için bunları sana getirdim, eve götürür bahçede salçanı yaparsın diyor. Kes at bozulan kısmını diyor. Ben bayılırım bu şark samimiyetine. Bozuk da olsa parasını vermekte ısrar ediyorum kabul etmiyor. Kasamı geri getirin yeter diyor.

 Hikmet ile konuşuyoruz. “Çetin Altan’ın büyük gözaltı adlı kitabını okumuştuk, hatırlıyor musun?” diye soruyorum. “Evet, sokaktaki herkesin polis olmasından şüphe ederdi,” diyor. Gülüyoruz birlikte, “Yaa, bizim manav da polis galiba, iyi gözlemlemiş bizi,” diyorum. Hangi araba bizim biliyor, çünkü domatesleri götürüp bagaja koydu. Benim bahçede domates salçası yaptığımı biliyor. Demek ki konuşmaları dinliyor. Demek ki hâlâ her apartmana bir polis düşüyor sonucuna varıyoruz.

 Ahuy, artık başka bir köşeye taşındı, yerine arabası daha küçük olan oğlunu bıraktı. Diğer oğlu da diğer sokakların köşelerindeki kuzenlerine sebze dağıtımı yapmakla meşgul. Aile şirketi gibi… Ahuy ile karşılaştıkça ayaküstü “Ne olacak bu memleketin hali?” sohbeti yapıyoruz.

*Güneydoğu Anadolu’da kardeş anlamına gelen sözcük.

Yorum bırakın