Özrün Özgürlüğü

 Özür dilerim! Nereden tutunacağımı bulamadım. Söze nasıl başlayacağımı, nasıl ifade edersem daha doğru olacağını bilemedim.

 Sanki ne söylesem ne yazsam ifade etmekte zorlanıyorum ya da yanlış ifade ediyorum. Çok düşünerek mi yazmalıyım yoksa hiç düşünmeden mi? Kendimi hangi yollardan anlatırsam daha doğru anlaşırım diye ince ayrıntılara giriyorum. Gerek var mı o da meçhul!

 Güne gözlerimi artık… yani… galiba… farklı açıyorum. Hayatıma değişik pencerelerden perdeyi açarak bakıyorum. Önemli olan önce pencereyi değil, ilk önce perdeyi açmakmış. Ben yine yanılmışım. Her zaman yanılıyorum zaten. Bir şeyi tam manalandırabilmem için yanılmam gerekiyor. Bunu hep yapıyorum. Yine yaptım.

 Birkaç cümlenin içinde kendime bir hapishane kurdum. Bu cümleler bana ait değildi oysa. Ben istemedim. Kim ister ki? Çok acımasızca ittifak kurmuş harflerin ortasında kalakaldım. Öylece yargısız infaz ettim kendimi, içimde ölmüş ne varsa hepsini gardiyan yaptım kendime. Bir köşede öylece bir kurtaran bekledim. Aslında beklediğim kalemimi kırdı. Kurtaran değil de kör kuyulara yolculayandı. Serin hülyalar, büyük ihtimaller, kocaman heyecanlar, sonsuz mutluluklar… uzar gider işte!

 Bunlar içimde yanarak can veren, sevgi ile andığım ama asla saygı duymadığım kanıtlarım ya da ne demeliyim dosyam! Evet dosyam! Dosyam kabarıktı ama kül oldu. Mercek altında güneş vurmuş bir yaprak gibi yandı, karardı, soldu. O merceği oraya yerleştiren de benim. Sonra bu kararan delilleri, uzayan giden her şeyi bir köşeye sıkıştırdım. İçimde durmadan yankılanan cümleleri parmaklık yaptım küllere. Asla izin vermedim konuşmasına, konuşmama hakkını kullanması için baskı yaptım. Bazen de işkence! Kimseyle görüştürmedim, hiç acımadım, hep suçladım. Düşlerimi başka yere hapsettim asla umutla karşılaşmalarını istemedim. Bu acı sonu ben yazdım. Hani beceremediğimizde bir bahane arayıp kadere göz kırpıp bütün sorumluluğu ona yıkıyoruz yaa! Yok öyle bi dünya! Suç bende! İtiraf ediyorum. Aldandım ve bitti.

 Biten her güzel şey için özür dilerim.

 Perdeyi açtım, biraz oksijenin biraz da ışığın içeri girmesine izin verdim. Bir dosya var yanan! Yanması gerekiyormuş yanmış. Benim suçum yok! Ben yakmadım. Küllerinden de hiç haberdar değilim. Artık saldım. Tahliye ettim hepsini. Belki kaybolmuştur bilmiyorum belki de külleri denizin dibinde… kim bilir!

 O zaman anladım, yanılmışım. Dedim ya ben hep yanılırım. Mesela elmayı hep kırmızı eriği hep yeşil gökyüzünü hep mavi düşünürüm. Aklıma hep ilk gelenle hareket ederim. Ne kadar da mukayesesiz bir aklım olduğunu biliyorum. Bunun çaresini arıyorum. Aklıma akıllıca öğütler veriyorum. Aklımın kulağını gözünü açmak istiyorum. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını idrak etmesini istiyorum. Çünkü bende akılsız başın cezasını maalesef ayaklarım çekmiyor. Ayaklarımın keyfi yerinde! Onların cezasını çeken çok oldu? Üzerine aldı geçen zaman tüm suçu! Yıllara yükledim!

 Umutları sildim, hayalleri yaktım, maviye müebbet verdim… yüreğimi mahkûm eden her şeyi kısaca sınır dışı ettim. Şimdi daha iyiyim! Özür dilerim ömrüm!

 Bir ömrüm daha yok ama elimden bundan başka gelecek bir şey de yok! Ben hayallerimin özgürlüğünü elinden aldım bu biraz olsun içine su serpsin! Set çektim umut yoluna, gönül evinin kapısını süpürdüm, tüm şarkıların sesini kıstım, bütün hikâyelere sırtımı döndüm, bahara sadece mevsim dedim… Bu benim için zor!

 Özür dilerim yıllarım.
 Özür dilerim düşlerim.
 Özür dilerim her şeyim.
 Özür dilerim kalbim.

 Geç kaldım! Aslında hiç bekletmeyi sevmem. İnsan kendini bekletir mi? Ben kendimi bekledim yıllarca. Kaç kış devirdim kaç bahar geçirdim nice bayramlar nice yıldönümleri. Ne yağmurlar ne karlar ne ayazlar, kavurucu yazlar… Say say bitmez. Beklerken sıkılmadım ama öyle çok güzel sürprizler de olmadı. Zamanın bu kadar sinsi olduğunun da farkına varamadım. Sonunda geldim kendime. Hiç bıraktığım gibi bulamadım kendimi. Elim boş gelmem de ayrı bir konu. Bu konuda ayıp ettim. Çok değişmişim. Hiç eser kalmamış o gençliğimden. Ağaç etmişim kendimi. Çok sorumsuz davranmışım. Çok şey kaçırmışım. Elimden kayıp giden şeylerin sabun değil de biriktireceğim birçok şey olduğunun farkına varamamışım.

 O yüzden saçma deyimlere ve birtakım atasözlerine son zamanlarda itibar etmiyorum. Geç olsundu ama güç olmasındı! Saçma! Geç de olmasın güç de olmasın. Bu sabrın yorgun tesellilerini bir tarafa bırakıp geç gelen her şeyin zamansız geldiğine inandırmak lazım aslında kendimizi. Geç olsundu ama güç olmasındı! Saçma! Vaktinden sonra çalan kapıyı duymamazlıktan gelmek, açmamak, sessizce gitmek geçmişe borçtur. Neden geç geldi? Bunun hesabını sorup ifadesini almak gerekiyor! Herkes yaptığının, söylediğinin sorumluluğu altında vermeli ifadesini. Geç gelen kendimin cezasını kestim. Dersimi aldım. Bir daha asla böyle hatalar yapmam diye söz verdim. Bu yaptıklarımın tazminatını ödemek kolay olmuyor tabii. Giden gitti. Bundan sonra ne değişir zaman gösterecek. Yalnız umudun olmaması çok kötü bir şey! Umudunuzu yitirmeyin.

 Yiten umutlarım özür dilerim!

Yorum bırakın