Yalnızlık nedir diye sorsalar, yani sormazlar aslında herkes bilir, ama herkesin yalnızlığı başkadır. Kimse aynı tanımı, aynı betimlemeyi yapmaz. Benim yalnızlığım doğduğumda başlamış mesela. Kırmızı bez beşikte bir yastık bir yorgandan küçük bir dünya, bebeğin dünyası, bebeğin yalnızlığı! İşte insan taaa bebeklikte, hatta doğduğunda alışıyor iyi ya da kötüye. Neyi verirlerse onunla yetinmeyi öğretiyorlar. Önemli olan ne istediğini bilmekmiş bu hayatta. Sonra da peşinden koşmakmış onun ta ki elde edinceye kadar. Alışmamakmış diretilene, önüne öylece konulana. İstemediğinde yıkmakmış ortalığı, sesini duyurana kadar bağırmakmış ya da hiç duymamakmış, anlayana kadar anlatmak değil, anlamak isteyenle konuşmakmış. Bazen doğarken öğreniyorsun işte bazen de yeniden doğa doğa öğretiyorlar. Böyle böyle insan, insan oluyor demek ki!
Evde doğmuşum ben. Öyle kimseye zararım olmadan. Doğumdan önce büyük temizlik yapmış annem. Gecesine doğuvermişim. Yük olmak istememişimdir daha fazla. Kadın zaten çok yoruluyormuş. Yetişmesi gereken çok iş, memnun etmesi gereken birçok kişi varmış. Dünyanın pisliği biter mi, anacığım biter zannetmiş. Güzel annem, canım annem… Ben zaten kimseye yük olmayı sevmem belki de hissettim sesimi kestim, üzmek, yormak istemedim. Öyle yardım etmekti kendi çapımda niyetim. Bile isteye kimseye bela, yük, dert olmam. Her neyse! Anneciğimle göbek bağımı kesince ebe, hemen atmışlar beşiğe. Alışmayacakmışım annemin kucağına, kokusuna. En ihtiyaç duyduğum şeylere! Alışırsam hep istermişim. Ağlarmışım, susturamazlarmış. O zaman belki ağlasaydım şimdi bu kadar susmazdım. Beni hiç tanımadan karar vermişler. Bir oturup bakmamışlar yüzüme. Az çok fikirleri ile hüküm kesmişler. Hiç söz hakkı vermemişler bana. Biraz baksalar gözüme anlayacaklardı oysa. Ne kadar acımasızca! İşte orda başlamış benim en zor, en katı özlemlerim. Biraz debelenip sonra durmuşum, alışmışım yani. Çabuk pes etmişim. Çok akıllıymışım, sabahtan akşama o beşikte dururmuşum da gıkım çıkmazmış. Hemen öğrenmişim çaresizliği. Kabullenmişim bir köşede beklemeyi. Altını değiştir, mamasını yedir hooop beşiğe! Uyur uyanır uyur tekrar uyanırmışım öyle olduğum yerde. O kırmızı beşikten başka dünyam yokmuş. Arada komşunun kızı gelirmiş, o çıkarırmış beni dünyamdan. O da güzelim, beni oyuncak zannedermiş zannımca. Azıcık kucağında hoplatır, sonra bırakırmış dünyama.
Öyle demişler işte anneme: “Sakın alışmasın sana!” Bir bebeğin en ihtiyaç duyduğu şeye alışmamasını sağlamak gerçekten büyük başarı. Oysa en az günde on iki kere kucaklamak gerekiyormuş her bebeği. Hem gelişimsel hem psikolojik açıdan önemliymiş bu. Ben demiyorum doktorlar diyor. Neden alışmasın bir bebek anneye? Neden annesini hissetmesin, neden tutmasın annesinin kazağının kenarından?
Ben annemin kokusuna alıştırılmamışım. Belki de bu yüzden çabuk kabulleniyorum her şeyi .Bir kere avazım çıktığı kadar ağlamamışım, istediğimi alana kadar. Tamam deyip razı olmuşum istemedikleri her şeye. O yüzdendir belki de tuttuğumu kopartamamam. Öyle boyun büküp razı olmam o yüzdendir. Kırmızı beşikte öğrendim bunları. En çok da susmayı, sesim çıkmadan konuşmayı, içimden ağlamayı…
Benim böyle hep bir eksik yanım vardır. Sizin var mı, bilmiyorum. Bir boşluk, adını tam koyamadığım bulamadığım bir parça… Nerede arayacağımı bilemediğim kayıp bir his… Uyurken, uyanıkken, ağlarken, gülerken, mutluyken, eğlenirken bir sürü “-ken”i icra ederken bir yanım yarım… Benden aldıkları hep içimde yarım…
Sevinçlerim yarım!
Kavuşmalarım yarım!
Mutluluğum yarım!
Hüzünler yarım olur mu?
Hüzünlerim yarım!
Özlemlerim yarım !
Dünüm yarım, yarınım yarım!
Bir şeyler var affedemediğim. Birilerine kırgınım. Kırgınlıklarım yoruyor beni. Kime kırgınım? Beni hiçbir şeye alıştırmayan hayata mı? Kırmızı beşiğe hapsedenlere mi? Hakkımda fikri olup aslında hiç bir halttan anlamayanlara mı? Ağlamama izin vermeyenlere mi? Geçen zamana mı? Elimden kayıp gidenlere mi? Neye kırgınım? Affetmeli miyim peki? Affedersem geçecek mi? Ben affedersem kimin vicdanı rahatlayacak? En başa dönsem, kırmızı beşiğe… Avazım çıktığı kadar bağırsam: “Sizi hiç affetmeyeceğim!”
Belki içimde yarım kalmış birçok şarkı var, anlatamadığım hikâye, edemediğim küfür, akmayan gözyaşı, dinmeyen sızı… Yine de affetmeyeceğim. Çünkü affedersem geçmeyecek.
Affetmiyorum!