Duvar

 Önce kadın geldi, ardından bir adam.

 Kadın: 

 “Duvar dört tane ise iş görür,” dedi, “Şu duvarda aşımız kaynar, bunda yıkanırız, diğeri ise bebeğimizin geleceği yerdir.”
 “Ya dördüncüsü? O ne duvarı?” diye sordu adam.

 Kadın sığınacağı, dövüneceği, fısıldayacağı, dayanacağı, ağlayacağı dördüncü duvarı adama anlatmadı. O kadar sustu ki adam dördüncü duvarın varlığını unuttu. En çok birinci duvarı kullandılar. Kadın adamı mutlu etmek için karıştırdı, kaynattı, pişirdi, haşladı. Adamın da hakkı var büyük bir sevinç ile yedi, içti, üfledi, geğirdi. Bir zaman sonra içlerindeki neşe azalmaya, solmaya, çoraklaşmaya, yitmeye başladı. İlk ne zaman olmaya başladı anlayamadılar, uzaklaştılar birbirilerinden. Aralarındaki boşluğu bildiler ama ne zaman kurduklarını hatırlayamadılar. Sevmediler bu boşluğu ama yeterince üzerine düşünmediler de. İkinci duvara sığındılar bir süre. Su iyidir, su sağlıklıdır, dediler. Yıkanmak, paklanmak, düşlemek, kaçmak, ayılmak, unutmak için. İkinci duvar uğrak yerleri oldu bir süre. Birlikte, sonra yalnız, ara sıra yalnız, sık sık yalnız, hep yalnız suya bıraktılar bedenlerini, bazen de ruhlarını. Öyle ki güneş battığında, kapılar kapandığında aralarındaki o soğuk rüzgâr ağızlarını doldurdu, saçlarını savurdu, sırtlarına bir hançer gibi saplandı. O rüzgâr ki böldü bir zamanlar tam olanı. Bu kez üçüncü duvara meylettiler. Yatak iyidir, yakınlaştırır, dediler.

 “İş görür,” dedi kadın.
“İşe yarar,” dedi adam.

 Çığlık çığlığa, hınca hınç, inleyerek, haykırarak, ohlayarak, sokularak, çekilerek, kanatarak sahte bir neşeyle donattılar üçüncü duvarı. Boşluğu yok etmeyi değil de bebeği getirmeyi başardılar. Üçüncü duvar vaat ettiğini ekti kadının rahmine. Kafadan bacağa, içte dışa gelişerek; zıplayarak, iterek, büzülerek, gerilerek doldurdu kadının karnını. Ağlayarak, susarak, yutarak, emerek, kusarak büyüdü, serpildi bebek. Seslerine ses oldu; suskunluklarına isyan, kavgalarına neden, sevişmelerine özlem oldu. Sonra azaldı içlerinde birleşme isteği. İlk ne zaman anlayamadılar. Yeterince düşünmediler de. Bebelerinin çığlığı bir küpe gibi gelip asıldı kulaklarına. Ağır, bir metal gibi ağırlaştı, acıttı, irin kapladı. Adam bu çığlıkları duymamak için kendini sokaklara attı. Başka bir duvara tosladı bir gün. Dördüncü duvara sığındı kadın o gün. Dördüncü duvar ıslandı, küflendi, kokusu diğer duvarlara bulaştı. Adam bu kokuyu duymadı. Burnunda yabancı duvarların özlemi vardı çünkü. Kadın dördüncü duvarını büyüttü. Önce üçüncüyü ekledi dördüncüye. Duvar genişledi, yayıldı, nemlendi, çürüdü. Adam bunların hiçbirini görmedi. Gözlerinde başka duvarların hayali vardı çünkü. Sonra ikinci duvar da gelip üçüncü ve dördüncü duvarın yanına eklendi. Ağlama duvarı, dedi bu büyük duvara. Birinci duvara dokunmadı ama. O duvar ki bebesine aş oldu, umut oldu. Bazen de içini yakan özlem, yüzünü döndüğü ışık…

 Akça pakça bir kız oldu bebesi bir zaman sonra. Kadının birleştirdiği duvarları bilmeden kanatlanıp uçup gitti.

 Bir gün bir duvar gördü genç kız.

 “Dördüncüsü varsa iş görür,” dedi yanındaki genç adama. Genç adam gülümsedi, dördüncü duvarın ne olduğunu sormak aklına gelmedi bile.

Yorum bırakın