İki Kültür ve Yaşama Sanatı

“Mesele, bütün geleneksel kültür literatürünün bu ilgilerle alakalı olduğunu düşünmemeleridir…. Sonuçta da hayal güçleri gelişebileceği kadar gelişmiyor. Peki öbür yakada neler oluyor? Hala kültürün tamamı geleneksel kültürden ibaretmiş gibi davranıyorlar, sanki doğa düzeni yokmuşçasına.”

 C. P. Snow meşhur İki Kültür (The Two Cultures) isimli metninde bir yanda bilim insanlarının diğer yanda edebiyatçıların ve sanatçıların yarattıkları kültürlerin birbirlerini tanımadığını böyle iddia eder. Bu iki kültür arasında kendini bulan boşluktan epeyce yakınır: Shakespeare okumamış bir mühendisin ruhunun yaşayan bir ruh olduğundan şüpheye düşer. Öte yandan Einstein’a hiç uğramamış bir öykü yazarının doğa ile ilişkisini vurur yerden yere. Haklı mıdır? Tanpınar’ı geleneksel kültürün bir parçası görüp sayfalarını çevirmekten kaçınan bir teknisyen hakkında biz ne düşünebilirdik mesela? Snow’un eleştirisi bir Panteon eleştirisidir. İnsan, insanı ve hatta Tanrı’yı tanımayabilir; ancak Tanrılar Tanrıları tanımalıdır Snow’a göre. Tersten bir mitoloji eleştirisidir bu. Açalım…

 Atina’da Sofistler zengin ailelerin çocuklarına kimi zaman oldukça fazla miktarda para karşılığında felsefe dersleri veriyordu. Felsefe tarihinde başta Platon olmak üzere bazı filozoflar ve felsefe tarihçileri ise felsefeyi ‘’bilimlerin bilimi’’ gördükleri için bu maddiyat ve ün düşkünü “filozof gibi konuşan” ancak filozof olmayan kimseleri acımadan eleştirmişlerdi. Düşünmenin para karşılığı gibi bir yaderkliğe yedirilmesinin karşısındaydılar çünkü. Bizatihi bilgeliği sevmenin felsefe yapmanın/felsefece yaşamanın ilk şartı olduğunu düşünüyorlardı. Değeri kendisine içkin bir uğraştı felsefe. Bir zanaatın eylediği gibi “yarar” koşulamazdı. Yarar bir eğilim olduğu için felsefenin aradığı türden ussal düşünmenin ötesinde bir keyfilik taşımaktaydı. Dahası felsefe kimine göre seçkinci bir uğraş olduğu için kimine göre ise -Sokrates ve temsilcileri böyledir mesela- bir yaşam biçimi olarak görüldüğü için paraya karşılık gelmemesi gereken bir şeydi. Kendilerine yöneltilen ağır eleştirilerden bir diğeri ise Sofistlerin bilginin önünü kapayan, Atinalı gençlere bilginin imkansızlığını tebliğ eden, bir şeyin bilinemeyeceğini iddia eden düşünceler ortaya koymalarıydı. Düşünce tarihi uzun yüzyıllar -belki günümüzde de- Sofistleri açıkça olumsuzlayan düşüncelere şahit oldu: antik bir Spinoza yazgısı demek istiyoruz buna!

 Peki, bu eleştirilerde haklılık payı var mıydı? Tabii ki hayır! En azından bize göre. Kanaatimizce Sofistler Atina’da yaygın kültürü temsil eden figürlerdi. Atinalı gençler onların sayesinde öyle ya da böyle felsefeyle uğraşıyorlardı. Sonuçları itibariyle ciddi olarak eleştirilmeyi hak eden bir felsefe tarzı bile olsa felsefeyle ilgileniyorlardı. Kendilerine ait olmayan bir kayayı sırtlamış toy Sisifoslardı Atina’nın gençleri. Her ne olursa olsun tırmanılacak bir doruğun izinde zekalardı. İmdi, ortak kültür bize göre filozoflarla veya bilim insanlarıyla sağlanmaz. Bir sabah uyanıp Tractatus Logico-Philosophicus’u sökmeye başlayamazsınız. Hangimizin yatağında rastgele bir sabah gözlerimizi açtığımızda bir yıldız bitiverdi? Gökyüzü ancak gayretlerini bağışlayabilenlerin ellerine uzanarak yıldızlarından armağan edebilir. Diyesim yaygın kültür o yüzden biraz da pedagojik ilerler. Düşünmede eğitimden çok edinim vardır oysa. Aktarılamaz ancak edinilebilir bir şeydir. Düşünme bu yüzden birçok dilde “durmak’’ anlamına gelen fiille ifade edilir. İnsan düşünürken oluş-bozuluşun zorunluluğundan kurtulup ilkeler bulacağı metafizik imkanlar arar. Dolayısıyla düşünür bu metafizik imkanları geçici olarak iptal edip formasyona geri dönemez. Heidegger Varlık ve Zaman’ı kitleleri düşünerek nasıl yazabilirdi? Kant, bir mektubunda şu satırları yazmak zorunda kalmıştı: “… Bu şuradan da anlaşılmaktadır ki söz konusu kitap bu iş için zaten uygun değildir, bilakis halk için anlaşılması güç ve kapalı bir kitap olmaktadır. Bu kitap fakülte âlimleri arasında bir münazaradır ki bu halkın hiç dikkatini çekmemektedir.” Geri dönmek; kültürlerinde zirvede bulunanların ellerinde olmayabilir. Dehalardan bahsetmiyoruz bile. Hangimiz bir Modigliani’ye kimya çalışmasını önerebilirdik? Bir Mozart’a fizik yasalarının el kitaplarını kim hediye edebilirdi? İşkencelerin en kötüsü tutkunun dişlerine saplanmış ruhlara müfredat çağrısı yapmak! Hatırlayınız lütfen, Manon Lescaut’nun dostu bir Tiberge kofluğu değil mi bu? Usun aydınlanma serencamı her şeye rağmen hem dikey (derinlik) hem de yatay (kronolojik) ilerlemek zorundadır; mağaranın ancak şanslı sakinleri bu gemiye katılabilirler. İnsanlık olarak sahip olduğumuz günümüz müktesebatına usun işte bu çabasına borçluyuz.

 C. P. Snow’un eleştirilerine dönelim. Edebiyatımızın en hoş Türkçelerine sahip Cemil Meriç ve Tomris Uyar ile karşılaşmamış, Tanpınar’ın anlatmadan gösterdiği memleket insanlarının diyaloglarını ezberlememiş, Yunus’un dizelerini tekrar edememiş bir bilim insanı sırf bunları yapmadı diye eleştirilebilir mi? Açık olmak gerek, edebiyat ve sanat ile irtibat kurmadan da çok iyi bir bilim insanı olabiliriz. Ne bir bilim insanı birinci sınıf bir bilimsel makale yazabilmek için şairler katının kapılarını çalmak zorunda ne de bir romancı çağların her dönem başucunda saklayıp okuyacağı hikayeler yaratmak için Newton’a eğilmek mecburiyetinde. Ancak yaşam ne sadece bir makale ne de bir romandır bize göre. Yaşam, uğraşlarımız için değil uğraşlarımız yaşam içindir. Yaşama sanatına katkıda bulunmak; mesele bu. Zihnini doğa yasalarıyla meşgul etmiş bir bilim insanı doğanın karşısında şaşkınlığını hepimizden çok gösterme hakkına sahip. Bir sanatçı ise bir Kentaur çizerken aldığı estetik hazzı da saklamamakta öyle. Bu iki kültürün kendi değerleri içinde nefes almak istemeleri çok doğal. Burada değerli olan ortak kültürün nasıl bir nitelikte olduğu. Bir bilim insanının bagajına Orhan Veli’yi alıp almaması mesele değil; bir şiir okuyacaksa bunun ne anlama gelebileceğidir asıl olan. İmgelemin kendine has marifetinden yaşamına ne aktarabileceğidir mesele. Diğer taraftan bir ressam için değerli olan, fırçalarının yanına bir Copernicus sıkıştırıp sıkıştırmamasından çok bizatihi bilimin bir form olarak yaşama sanatında neyi açığa kavuşturabileceğidir. Değerli bulduğumuz şey Atina’da Sofistlerin lanetlenmesine neden olan olguların niteliğinin artması. Ve herhangi bir kültürün (bilim insanlarının veya sanatçıların, edebiyatçıların) dogmasını yaratmadan “kültürlerin” yaşama sanatına katkı verebilmesi.

Yorum bırakın