Lento Söyleşileri: Aziz Kedi

  “Senaryo Sinemacıya Yazılan Edebî Bir Mektuptur”

 Uzun yıllardır edebiyat ve sinema çalışmalarının içindesiniz. Sektörde bilinen ve itibar edilen biri olarak sektörün şu anki durumu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

“Sektör” kocaman bir kavram. “Bu aralar sektörü beğeniyorum…” gibi özetlenecek bir görüşe sahip olmam pek mümkün değil. Ben de herkes gibi dijital platformların getirdiği kreatif özgürlük dalgasından memnunum. Çünkü “Seyirci bunu istiyor” diktası bir kez kırıldıktan sonra eskiye dönüş olmayacak gibi hissediyorum. Oysa seyirci yalnızca sanatçının içinden geldiği gibi ürettiği şeyi istiyor. Ne mutlu ki, bu gerçeğin su yüzüne çıkmasıyla birçok yeteneksiz pişkinin yok olduğunu daha şimdiden görmeye başladık.

 Senaryo yazmak sizce ne derece öğretilebilir ve öğrenilebilir bir şey?

Senaryo yazmak öğretilebilir ve öğrenilebilir. Fakat diğer sanat dallarındaki gibi, bu işte de hiç kimse güçlü, özgün, nitelikli eseri üretmenin sırrına vakıf değil. Neyin kesin olarak çalışacağını bilemiyoruz, bildiğimiz neyin kesin olarak çalışmayacağı. İşte bunları öğrenmek çok önemli. Bu bilgiyi ve vakti kazanmış yazar adayının geleceği, yeteneği ve sabrı ölçüsünde belirleniyor.

 DDI Akademi’de yaklaşık bir yıldır verdiğiniz senaryo yazma dersleri ile ilgili neler söylersiniz? Derslere başlama fikri nasıl ortaya çıktı, sonrasında nasıl geri dönüşler aldınız?

 Dersler Dağhan Dönmez’in sebatı sayesinde başladı. Bu güzel fikre iki seneye yakın direndikten sonra bir deneme yapmayı kabul ettim. Konforlu bir şekilde hem acayip eğlendiğimiz hem de öğrendiğimiz bir şey yapabildiğimizi görünce de hemen benimsedim. Şu ana dek 100’den fazla öğrencimiz oldu. Aldığımız geri dönüşlerin ortalamasını ise bir öğrencimizin bir dönem sonu dersinde “SANA VERDİĞİM PARALAR HELAL OLSUN BE!” diye haykırmasında bulabiliriz.

 Bu dersler sektöre yeni isimler kazandırma konusunda da iddialı mı?

 Dersler bilgi ve tecrübe birikimimi en açık şekliyle ve son damlasına kadar aktarmam dışında hiçbir konuda iddialı değil. Ancak eğer öğrenci sektöre girmek konusunda iddialıysa bizden daha iyi faydalanacağını söyleyebilirim. Çünkü her şeyden önce birçok meslektaşımla birlikte yana yakıla profesyonel yazar adayları arıyoruz.

 Sürekli vurguladığınız bir konu, senaryonun her şeyden önce bir edebiyat disiplini olduğu. Sizce bu konunun yeterince üzerinde duruluyor mu? Edebiyat ve sinema/senaryo özelinde neler söylersiniz?

 Bu tartışma işin teorisinde ezelden beri vardır. Kimileri senaryoyu bütünüyle sinemaya ait bir disiplin sayarken, kimileri de sadece edebiyattan sayar. Ben senaryoyu sinemacıya yazılan edebi bir mektup olarak algılıyorum. İyi senaryo iyi edebiyatçının elinden çıkar. Sadece sinema ve sadece edebiyat bilen iki yazardan ikincisinin özgün senaryo çıkartma ihtimali çok daha büyüktür. Bana inanmayan IMDB top 250’deki filmlerin kaçının edebiyat uyarlaması olduğunu kontrol edebilir.

 Televizyonda da işler yaptınız, senaryo ve edebiyat alanlarında da üretiyorsunuz. Farklı disiplinlerle uğraşmanın birbirine etkisi nasıl oluyor?

 Hiç tartışma yok ki bir yazarın farklı alanlarda çalışması ona büyük bir kıvraklık katıyor. Yazmakta spordaki gibi bir branşlaşma yok, her ayrı bağlamda üretilen her bir cümle bir diğerine yarar sağlıyor. Zaten yazarın ideal durumu her şeyi yazabilmesi ve fakat sadece sevdiği şeyi yazarak hayatını idame ettirebilmesi. Özellikle televizyon ve gazetelerde çalışmak bana hızlı ve isabetli karar almak konusunda çok şey öğretmiştir.

 Bir yazma ritüeliniz var mı ve özellikle komedi yazmak için neler söylersiniz? Senaryo derslerinizden anlaşılan, özgün notlarınızın bir kitap hacminde olduğu… Bu konuda kitap yazmaya dair bir tasarınız var mı?

 Yazma ritüeli falan gibi şeyler yazar olma heveslilerinin hayallerinde yaşayan saçmalıklardan ibaret. Komedi ya da başka herhangi bir tür olsun; bu mesleğin tek gerçeği oturup her gün yazmak. Lisede girdiğiniz bir matematik sınavını hatırlayın ve onu her gün yaşadığınızı düşünün. Yazmak budur. Oflaya poflaya çamurların içinde küçücük bir şeyler ararsınız. Dolayısıyla elbette her yazarın bir ritüeli vardır, bu da her gün ne şekilde oflayıp pofladığıdır. Önce kendine bir ritüel belirleyip sonra çok güzel şeyler yazacağını düşünenleri bu anlamda uyarmak isterim.

 Senaryo yazma sürecinde ekiple çalışmak üzerine düşünceleriniz neler? Tek başına çalışmakla arasında nasıl farklar var?

 Edebiyattan farklı olarak sinema ya da dizi senaryolarının ekiplerle yazılmasında sonsuz yarar görüyorum. Çünkü roman içsel bir kazıdır, sabırla ve yalnız başına yapılması sadece sonuç değil, süreç açısından da daha verimlidir. Fakat senaryo bir parlak fikirler zinciri olarak tasarlanır. Süreniz ve yeriniz azdır. Uymanız gereken on bin tane kural vardır. En sağlam fikirleri en ekonomik şekilde çıkartmanın yolu da benim tecrübeme göre iyi anlaştığınız bir ekiple çalışmaktan geçiyor. Öbür türlüsü imkânsız değil kuşkusuz, ancak diyelim ki iki kişinin açığa çıkarttığı potansiyel, her nasılsa 1×2 değil, 1×5 şeklinde tezahür ediyor.

 Londra’da yaşıyorsunuz. Fakat uzaktan derslerle, öğrencilerinize üretmeleri için yol açıyorsunuz. Bu etkileşim sizde neler hissettiriyor?

 Yaptığım işler ya da dersler söz konusu olduğunda kendimi hiç uzakta gibi hissetmiyorum. Tam aksine bu sayede herkesle daha yakın ve intim bir ilişki kurabildiğimi düşünüyorum. Ayrıca fiziksel olarak uzakta olmak herkesi daha verimli kılıyor. Çünkü yan yanayken “Amaan biraz da geyik yapalım” diye diye yıllar yitirmiş birisi olarak kısıtlı zamanların değerini iyi biliyorum.

 Son zamanlarda sizi “Gibi” dizisinden takip ediyoruz. Türk dizileri arasında farklı ve yenilikçi bir yerde duran dizi, izleyicinin hemen dikkatini çekti ve olumlu eleştiriler aldı. Sonuçlardan memnun musunuz? Halihazırda başarılı bir şekilde devam eden “Gibi” dizisi için beklentileriniz neler? İzleyicileri neler bekliyor?

 Gibi çok dikkatle yazılıyor ve içeriği yalnız ve yalnızca kendi sevdiğimiz şeylerden oluşuyor. “Ee ne var yani bunda?” diyebilirsiniz. Ama bu iki unsurun ne kadar az bir araya geldiğini bilseniz çok şaşırırdınız. Hiç şahit olmadığınız kadar “Abi beni de oynatın!” ricası veya “Ben de bir bölüm yazdım…” önerisi alıyoruz. Yaratılan bu “Ne var ki, ben de yaparım aynısını?!” duygusu müthiş bir gösterge. Başarılı bir şeyin çok basitmiş izlenimi yaratmasının ardında muhakkak o işin kurallarına büyük bir sadakat aramalısınız. Reji, yapım, sanat ve cast ekipleri de işe aynen bu ciddiyetle yaklaştığı için ortaya çıkan şey son derece tatmin edici oluyor. Seyircimizin de bundan sonra bu özeni bekleyebileceğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

 Çoğumuzun içinde yaşadığımız halde farkında olmadığımız durumları görünür hale getirip senaryolaştırmayı nasıl başardınız? Öğrencilerinize yaratıcılığın şartı olan bu “görme” becerisini nasıl kazanacaklarına dair ipuçları veriyor musunuz?

 Bu ipucunu hemen burada da verebilirim: Hayatınız bu olmalı, bütün yaşamınızı görmeye, gördüklerinizi kenara kaydetmeye ve bıkıp usanmadan bunları birbiriyle ilişkilendirmeye vakfetmelisiniz. Bu bir beceri değil, bir meslektir. Yetenek mutlaka işe yarar ama bahsettiğim mesleki disipline girmeden “arada sırada” dizi, film ya da roman yazamazsınız.

Yorum bırakın