Kör Bir Serseri Magritte Okuyor

 Yüksek sanatta “dolayım’” belki de en çok kötü niyetli muhatapları tarafından hep bir kibir tortusu olarak algılanır. Saklanan ne varsa nefret edilir iyi bir eserde. Oysa sanatçı yaptığından başkaca imgeleyemez, bu elinde olan bir şey sanılır. Seçenekler üzerinde durma düşünmenin payıdır; imgelemin değil. Dolayısıyla sanat eseri doğrudan bir ussal sürece dahil değildir. Ve yüksek sanata dair en büyük yanılgılardan biri sanatçıdan apaçık anlatılabilecek şeyleri -sanat eserinde hiçbir şey apaçık anlatılamaz ve en realist imge bile gerçekliği bozuma uğratarak var olmak zorundadır, üzeri kat kat örtülü simgelerle anlatmaması beklentisidir. Oysa gerçeküstücülük ne kadar gerçeküstüyse realizm de o kadar gerçeküstüdür! Görme biçiminizi eğitirseniz bir sanat eseri için ileri sürülen karmaşıklık klişesi toz olur gözünüzün önünde örneğin. Mantıksal olarak bir sanat eseri realist olduğu iddiasını -estetik yücelik karşısında bunu söylemek ne kadar zor olsa da- ne kadar taşıyorsa gerçek olmadığını da o kadar itiraf ediyordur. Çünkü gerçek, gerçek olmakta ısrar etmez! Elbet, bir sanat eseri konusunu veya malzemesini gerçeklikten alır. Ancak onu dolayıma yani imgeleme dahil etmiş olur sanatçı. Sanat eseri bu yolla estetiğin alanına kaydırılır. Yine de iyi niyetli sıradan bir sanat sever dahi anlamakta zorluk çektiği bir eserden az sonra nefret etmeye başlayabilir. İnsan niçin anlamadığı bir şeyden nefret eder peki? Max Scheler’i dinleyelim: “Bu yüzden, başkasının bizatihi doğasına yönelik olan varoluşsal haset, ressentiment’ın en güçlü kaynağıdır. Haset durmaksızın fısıldar gibidir: “her şeyi bağışlayabilirim ama seni –seni sen yapan şeyi- sende olanın bende olmamasını – aslında sen olmamamı asla.”

 En ekonomik düşünme yollarından biridir mukayese etmek. Kitleler böyle düşünür mesela. Tikel örneklerle yolunu bulur. Oysaki bizatihi “şey”leri düşünmek hatta “şey”leri düşünmeyi istemek bile zahmetli bir iştir. O yüzden onlara göre “bir başkası” her zaman “kendisi” içindir. Yaşamın dolaysızlığı yaşamın ta kendisidir. Dolayım veya şeylerin başkaca hayal edilebilir olasılığı zihnin taşımak zorunda olduğu bir şey değildir artık. Bir dizi izlerken göz yaşı döktüğü kişi benzer öyküyü deneyimlemiş öz çocuğundan başkası değildir. Bir roman okurken iç çekerek akıbetine dikkat kesildiği çingene kız, bir filmde gözüne takılan yaşlı bir dilenci, karşısında hayranlıkla ve uzun uzadıya durup seyrettiği bir resimdeki kör serseri yakın çevresinde bulamayacağı biri değildir. Dürüst olmak zorundayız; bunda hiçbir sakınca yoktur. Hiç şüphe duymuyoruz ki duygudaşlık insanlığın ortaya koyduğu en namuslu evrensel dillerdendir.

 Hiçbir sanatçı gerçekliği bir sanat formuna taşımak zorunda olan bir ulak değildir. Hayal gücü mantıksal olarak bir gerçek üstüne tırmanma iddiası taşır çünkü. Sonuç olarak sanatçının dahil olduğu bu oyunun gevezelik olup olmadığına dair estetik yücelik karşısında yeryüzünde onu seyreden bizlerin elinde yorum sanatı kalır. Eseri anlamak… Hiçbir pedagojik yardım almadan sadece çıplaklığa bakıp estetik anlayışımızda bir gelişme olmaz ancak. Böyle bir aydınlanma bir rüyadan başka bir şeyi imleyebilir mi?  Felsefece hiçbir ediniminiz olmadan sadece kendi eserlerini okuyarak Hegel’i anlayabilir misiniz? Hatta çokça edinimi olsa bile Hegel’i anlayabilmek çoğunluğun yapabileceği bir şey değildir. Bize göre kimse bir resmi -yine de göreceli olarak- hakkıyla anlamak zorunda değil. Değerli olduğuna inandığımız nokta sanat eserlerini anlama sorunundan ziyade onlara nasıl yaklaşılması gerektiğidir: bir sanat eserinin ne olabileceği kadar ne olamayacağına dair tutumumuz.

                                                                                   

Yorum bırakın