Yara

 Yaralanarak başlıyoruz hayata! Nereden, nasıl, kimden geldiğini zamanla bizim bile unuttuğumuz yaralarla. Küçücük bir bakışın oluşturduğu bir yara, bazen derin bir sukutun oluşturduğu bir yara… Böyle böyle içimizde küçüklü büyüklü kesikler oluşmaya başlıyor. Bazısı zamanla kapanıveriyor hiç olmamışcasına… Bazıları derin bir kesikten akan kan gibi çağıldayıp duruyor içimizde. Ne pansuman ne de bir sargı bezi durduruyor o akışı. Öyle derin bir nehir gibi gürüldeyip akıyor. Bizse bırakıyoruz bir yerden sonra o akan derin kanı durdurmayı, sızısını hissediyoruz çoğu zaman, çokça canımızı acıtıyor ama bırakıveriyoruz. Oturup öylece akışı izliyoruz. Bazen bir merhem buluyoruz başka bir yaramıza, hemen sürüveriyoruz. Bir süre sonra iyileştiğini görüyoruz. Bazı yaraların nasıl açıldığını fark etmiyoruz bile! Öyle güzel bir anda, çok mutlu ve huzurlu hissederken birden bir sızıyla irkilip uzun zamandır var olan o yarayı fark ediyoruz. Zihnimiz karışıyor. Anımsamaya çalışıyoruz nasıl oluştuğunu yaranın. Bulamıyoruz! O yarayı da diğerlerinin yanına katık edip sızılardan oluşan bir yara kümesinin içinde gülümseyiveriyoruz hayata. Bazı yaraların merhemi oluyor. Bazı yaralar iyileşiyor. Bazı yaralar var ki merhem bile fayda etmiyor, anlık sızılarla bedenimizde bizim bir parçamız hâline gelerek bütünleşiveriyor bizle.

 İnsanoğlu yaralanarak başlıyor hayata hep! Nereden, nasıl, kimden geldiğini zamanla unuttuğumuz yaralarla başlıyor ve bitiyor yaşam. Madem her daim bizlerle yaralar, kapansalar bile sızıları izleri var, o zaman sevmeyi deniyoruz onları.

 Onlara rağmen ve onlarla yaşayabilme  gayretiyle…

Yorum bırakın