Uyuyorsunuz, derin bir uykuya… Üç, iki, bir…
Kilime yüzükoyun uzanmış beden çiçek tarhında sanki. Beşiğim oldu mu benim? Sıcakkanı düğümlü bahçeyi usulca kırmızıya boyuyor. Makasın açtığı yara sırtında. Ben öldürdüm. Ellerimi yıkarken oluşan kızıl girdaba bakıyorum bakıyorum bakıyorum. Kekremsi tükürük genzimi yakıyor… Bu koku ne? Çıt yok. Artık ölü. İyi… Kurban olmak fail olmaktan kötü. Melekler nerede? Kanatları hep örtüktü.
Kim kurban? Fail kim?
Failsen yeniden başlamak için şansın var, kurbanlık ömür boyu… Sevinci boşuna. Kimseyi öldürmedi. Bu onun tatlı düşü. Kurtuluşu olurdu gerçek olsaydı. Sebebi de vardı. Gerçek çirkin. Kurban uyanacak. Derin bir uykudan… Gözkapaklarının altında dönen bebekleri fıldır fıldır. Gözünü açtığında…
İşte kapı. Karanlıktan bir an evvel kaçıp kurtulmalıyım. Kanatlarım… Bir o anlar beni. Kimseye anlatamadım benim olmayan utancı. İzi silinsin… İğne düşse tıngırtısı kulak zarlarını tir tir titretirdi. Sessizlik iç bulantısı. İnlemelerim duyulmadı. Hiç. İnsanlar hayal kırıklığı.
Kapı kime açılıyor?
Bana, beni arıyor. Görmek istediğinde görür. Çığlığı duyulmayınca sustu. Annesi, babası, akvaryumda balığı, çiçek dürbünü, aşkı, her şeyi oluveririm. Neyi, nasıl isterse… Büyüdü, bense… Karşı karşıyayız ama görünür değilim ki.
Sandıklar dolu. Niye? Annem? Bilmek istemiyorsan sorma. Çekmeceler dağınık. Hiçbir şey yerine yerleşmedi. Herkes kendi hatasından sorumlu. Sağım, solum boşluk. Çocuklar kutsaldır. Martaval. Arkamda sancı. Acı utandırıyor… Ağır…
Açalım sandığı. Toplayalım dağınıklığı.
Konuşmak dertleri çözerdi. Sustu, ördüğü kafeste büyüdü. Tanrıyı işin içine karıştırmak isteseydi ondan hesap sorardı. Sessiz yakarışını duyuramadı ya da duyulmadı hiç. Kaynar sularla yıkandı, kızarana dek ovalandı. Hep, can acısı.
Yatak pencereye yakın. Yerinde değil. Değil, hiçbir şey eskisi gibi değil. Tanıdığım yüzler çökük, gözlerinde ateş sönmüş. Aynaya benden yansıyan ayaklarım, geri kalanım nerede? Görmüyorum, görmeye mecalim yok. Çocuk değilim. Kirli bir çocuktum. Genzimde birikinti… Yutmayacağım…
Yaralar? İzler? Leke? Fail?
Gözlerini açtığını sanmayın. Uykudayken, kirpiklerinin arasından içine düşen görüntüleri sayıklıyor. Yaşadığını görmemekti hayali. Ne çok hayal kırıklığı biriktirdi. Varsayımlarla iş gördü. Alamayacağı şeyleri bekledi durdu. Bulduklarıysa dert… Duyduğu kırgınlığı da gözleriyle bana anlattı, yalnız bana. Yandı, söndü ama görmedi gözünün önünde parlak bir şeyin kül olduğunu.
Kırık döküğüm. Bir yerde bir şey unuttum belki, belki de bir yere geç kaldım. Nerede? Neyi? Nereye? Cevaplar can sıkacak. Sormamalı. Yutkunmak ölüm. Öldürdüm? Koku tanıdık, istenmedik bir tat bırakıyor geniz boşluğumda. Ne zaman büyüdüm? Çocukluğum… Külü sert rüzgârlarla savruldu, yitti…
Sanık? Tanık? Suçlu?
Beyaz sabun kokardı, tertemiz, lekesiz… Babası küçüğüm diyerek kucağından indirmez, acıtarak sever, fare gibi öperdi. O utandı. Genzinde biriken iç bulantısıyla anda uyanmaya debeleniyor. Bulanık, annesi gibi. Bana tutundu. Uyur uyanık zihninde dönüp duruyorum şimdi. Yalnız, çok yalnız, hep öyleydi. Çekmeceler, cepler tıka basa… Boşaltmalı.
Kapı yok, eşik de. Bulmalıyım. Göremiyorum. Koku… Süslü cümleler vakit kaybı. Yanılgıya düşmemeli. Hayaller… Duvar… Taş… Yıkıldı…
Yol uzun. Yılmak? Yıkılmak?
Hayallerinin elinden tutmasına izin verseydi kanatlanıp uçardı. Acıları paçasından tuttu. Gökyüzü hep vardı, yere dikti bakışlarını. Yerde de ben. Avuntu…
Gözlerimi açabilsem yine elimi tutar mı? Kapalı mı kalmalı gözlerim o güzel yol için? Sığınağım, her şeyim… Neredesin? Eşik gerek bana. Atlayabilir miyim? Tükürebilsem…
İstersen. İste (!)
Babası günlerden bir gün, hiçbir şey olmamış gibi, bembeyaz bir halde çekip gitti. İşte o gün keşfetti, kapının açıldığını da bana gelen yolu da. İlk karşılaşmamızdı ve ben yeşildim daha. İncecik ve küçücüktüm, ağacımdan sert rüzgârların birinde kırılıp düşmüştüm. Saatlerce anlattı sırrını da öfkesini de elinde döndürürken beni. Annesi yokluğunu fark etmedi. Biri gelip elinden alıp fırlattı beni. Ciğerinden ağlayarak ama anlatamayarak bana tutunduğunu avaz avaz bağırıp sustu. Konuşmaz o günden beri. Sessizdir. Gözleriyle konuştu sonra, bir ben duydum onu. Onlar da şimdi kapalı.
Ne çok suret var zaman mezarlığımda. Hangisi insan? Hangisi ben? Uyanmak istiyorum. Annem… Gözlerinde hep keder… Elleri kulaklarında. Ne duymayı ne de görmeyi istediği şeydi tanıklığı. Andan korkuyorum elimde patlayacak. Kim olsa korkar tenhadan. Annem yabancı gözleriyle bakıyor, görmüyor. Buzdan bir kale. Elimde çekiç, üstüne gidiyorum. Kaçıyor. Nereye? Koku, şu koku… Babamdan kalan… Annemden de tırnaksız ellerim.
Bırakın uzasınlar. Makasları bilemek niye?
Uyudu yine. Yaptığı en iyi şey. Ondan uzağa fırlatıldım, çok arasa da bir daha bulamadı beni. Binlerce tayf gibi ebedî düşünü yaşamak için açar kapıyı gelirdi yanıma yine de. Hayalim kupkuruydu elinde, öyle kalmıştım hatırında ama bendim. O ise gölge… Önüne ganimetler serilsin istedi, olmadı. Hiç. Bekledikçe öfkesi birikti. Annesi tırnaklarını hep kökünden kesti. Hep. Sesi de babasıyla beraber gitti.
Sevildim mi ben? Annem, babamı da beni de kendini de sevmediğini söylediğinde inanmadım ona. Onu seviyordum ama bunu ona söylemedim. Hiç. Babam sevdi beni, çok sevdi. Hep. Ben? Lekeli, bulanık…
Hep ya da hiç mi hayat? Sınırları kaldır (!)
Annesinin baktığı yerlerde gezdirdiyse de bedenini, aksi onu uyarmadı. Annesinin gözünde bir türlü doğrulmayan tek yansıma onunkiydi. Her gün biraz daha ufaldı, büyümek yerine. Çirkin, çelimsiz, sessiz ve tırnaksız bir şey olarak yaşamak, yaşamak mıdır? Sayıklamalarında büyüdüğünü iddia etse de hep çocuk kalmayı yeğledi. Kupkuru bir çocuk o. Açmak istemediği gözleri beni arıyor. Açmalı. Ne olacaksa olmalı.
Gözlerimi açmalıyım. Büyümeli, ne olacaksa olmalı. Ne kaçabilirim ne de kaçan yakalanabilir. Babamı kaldırıp atmalıyım üstümden. Geniz boşluğumda yük. Annem göremedi. Hep köşedeydi ya da eşik yüksekti. Sıkışmıştı… Boğazımda tükürük…
Perdeleri açıyorum, güneş dolacak içeri. Bir, iki, üç…
Çoktan çürüdüm ben. Bir daha göremese de beni, ben görürüm onu. Başucundaydı her şey. O sessizdi. Gözünü açtığında sesi de gelir mi geri? Nereden geldik buraya? Güneş parladı.
Gözüme güneş doldu. Kapı kapalıysa da eşik arkasındadır. Açmalıyım. Özsuyum yürüyor. Seslenmeliyim. “Kimse yok mu?”
“Buradayım.” diyen sesi duydu. Sesinin duyulduğuna şaşırdı, gerindi. Tombul, lekesiz bir kedi gibi gerindi. Kökünden kesikti tırnakları. Gözlerini araladı, yalnız değildi. Neden burada olduğu sorulmuştu ona, uyudu sonra. Uyurken söyledikleri de hekim için hüküm yerindeydi. Hipnoz seansını sonlandırmıştı, başlattığı gibi “Haftaya görüşürüz.” diyerek uğurladı doktor onu. O uyanık. Ne olacaksa olacak. Bensiz… Görünen kök çıkar illa ki…
Genç adam aynadaki ufak tefek kendine baktı. Küçücük, kuru bir dalı çeviriyor gibi kıpır kıpırdı parmakları. Asansörün yukarıdan aşağıya doğru yanıp sönen rakamlarını saydı. Sıfır yanınca kapı açıldı. Yüksek tavanlı lobide çıkışa doğru yürüdü. Onu gören kanatlar önünden çekildi, geniş caddenin dar kaldırımına attı adımını. Evinin hangi yönde olduğunu hatırlamaya çalıştı. Kafası yeni yeni ayıyordu. Yolu buldu. Ağzında nahoş tükürük… Eve kadar tutmalı mı, tükürmeli mi diye düşündü. Park edilmez tabelasının dibine fırlattı genzindekini. Güneş birikintide rengârenk ışıdı ama o dönmedi ki görsün. Geride kaldı tükürüp attığı. Genzi tertemiz, parmakları hareketsizdi. İyi…