Saat

 Zaman nedir diye sorulduğunda yaşadığın sürenin uzunluğudur, derim. Yani insan zamandan geçer. Zaman akmaz. Kitapta şimdiki zamanı okurken zihninde geçmiş zaman olmuştur. Düş ile gerçeklik bazen karışır. Bugünlerde zamansızım. Saatin ve günün adının önemi yok. Kol saatim, telefonun saati, ekran saati bir şekilde ilerleyen rakamlar gibi. Bende ise karmakarışıklık hâkim.

 Zihnim gelecek zamanda. Bitecek mi biterse ne olacak, bittiğinde bizi ne bekliyor? Sorular sorular… Saatime bakıyorum:11.00. Komplo teorileri yağıyor her yandan, herkesin bir önerisi bir fikri var.

 Bedenim bugünde. Uyandık, yedik, içtik, okuduk seyrettik, bol bol konuştuk saat yirmi üç. Seviştik doktor tavsiyesiyle, virüse karşı korunma amaçlı.

 Ruhum geçmişte.  Yukarıdan bir üst akıllı sürekli fısıldıyor. Bakıyorum saat 12, ruhumu dinliyorum, bakıyorum saat 12.02. Sadece iki dakika fark, ama yüzyıllar var içinde.

 Semboller yüzüyor, her şey Uroboros miti gibi. Bütün yollar dönerek bana çıkıyor. Yokları yok ederek var olmaya çalışıyorum.

 Karantinadayız.  Sıra dışı günlerdeyiz. Kimin için, ne için diye düşünüyorum. Sevdiklerimiz için diyerek bir anlık teselli oluyorum. Yazmak diyorum, iyidir diyorum.  Gözlerimi evin içinde gezdiriyorum. Karşımdaki koltukta 65 yaş üzeri riskli guruptan sebeb-i karantinam  annem oturuyor.

 -Anne zaman nedir?

 -Zaman  acelesi olanların uydurmasıdır, deyiveriyor. Adına yaşlılık dedikleri yavaşlıkla. Bakıyorum TV ekranındaki saat 16.10.

 Yavaşça yerinden doğruluyor, öne doğru, yere doğru, büyüdükçe küçülen, buruşmayı, titremeyi, üşümeyi, elde tutamamayı, önündekini görememeyi, unutmayı, unutturmayı sinsice belleten bedeni ile.

 Sabrı yeni öğrendim ben, kaç kapıdan geçtim, öfkemin tasmasını yeni bıraktım. Sessizliğe ıssızlığa yeni vardım.  Kaç devir devirdim ben be… İçimdeki yüklerimden yüksünmedim bile derken  annem, saate bakıyorum saat 16.25… Pencereyi açıyor. Mis gibi serin bir hava içeriye doluyor. Bana doğru dönüp “Kötülük bulaşıcı aslında. İyilik hep var, ama farkında değiliz.” diyor.

 -“Hopppala! Şimdi bu da nereden çıktı?” diyorum. “Hım evet, kötü olan virüs, iyi olan karantinada olmak. Sana yaradı değil mi? Ohh her gün diz dize göz göze…” deyiveriyorum.  Ammman diyip çıkıyor yanımdan. Mutfak da tıkırdamaya başladı yine. İtiraz edebilen annem salgın kötülük içinde iyiliği yaratmaya mutfağa coşmaya gidiyor.

 Hayatın kaynağı kadın bizim evde anne kimliğine bürünmüş. Saate bakıyorum ama farkında bile değilim kaç yazıyordu telefonun ekranında.

 Odama geçiyorum elimde telefon gözüm duvarda asılı dedemin köstekli saatine takılıyor. Dolabın çekmecesi açık kalmış içeri doğru ittireyim derken elime kilitli iğne batıyor, sıkışmış olduğu yerden alıyorum. Kanayan parmağımı lavaboda yıkarken aynaya bakıyorum. Yeni alışkanlığım elleri sabunlarken kırka kadar saymak. Virüs varsa gitmesi için yirmi saniye eller sabunlanacak ya bu hesabı tutturmak için bende kırka kadar saymayı uydurdum.

 Aynaya bakıyorum,  rakamlar hızla akıyor kendimi görmüyorum. Saatime bakıyorum. Suratım Saatin içine kaçmış. Her yer sabun kokuyor.

 Bir anda her yer masmavi. Sadece mavi tonlarını görüyorum.  Saatin içindeyim. Lavabodaki sabunluk kum saatine dönüşmüş. İçinden  renkli harfler akıyor. Harfleri birleştirmeye çalışıyorum.

 Birisi yüzüme bakıyor,  bende akrep ile yelkovanın arasından bakıp kim diye hatırlamaya çalışıyorum. Takılı olduğum bileğe bakınca  kolunda olduğum kişinin kaç gün kaç yıl ömrü kalmış görüyorum. Alın yazısı bileğinde yazıyor.

 Boşa zaman geçirme az kaldı diyorum  ama sanırım sesimi duymuyor. Kitabını alıp koltuğuna oturuyor.  Okuduğu her  on sayfada ömrüne bir saat ekleniyor. İnsanların öldüğünü görerek ya da öleceğini bilerek nasıl yaşarsın. Gözlerimi kapatıyorum,  mavili morlu ışıklar bana ölümsüz olduğumu  gösteriyor. Ölümsüzlük şans değil ki!  Zaman dilimleri  arasındaki evrim farkı bana  Darwin kapitalizmi gibi geliyor. Geniş zamanı olan ben uzun yaşamak dert diye düşünürken  duvardaki saatte akrep ile yelkovan üst üste saat başını haber veriyor.  Annemin sesi geliyor mutfaktan çay saati.

 Nasıl güzel bir ses beni ayakta gördüğüm gündüz düşünden uyandırıyor. Saatte kalan zaman bana mı aitti onumu gördüm diye düşünerek kitaplıktan yarısı okunmuş kitabımı alıp koltuğuma  gidiyorum. 

 Annem  elinde çay, bana keyif ikram ediyor. Elimde kitabım ömrüme ömür katıyor.

4 thoughts on “Saat”

Yorum bırakın