Troyka’nın Bedeni

   Nugay aklını yitirdi. Yiten akıllar nereye gider bilmiyorum.

 Zihnim hiç susmuyor diyordu, sonra zihnindeki sesler kavga etmeye başlamış, kafasını duvarlara vura vura susturmaya çalıştığı günden beri burada, akıl hastanesinde.

 Buradaki evrenin başka kuralları var. Saatler olmadık zamanda çalıyor, bir insanla bakışma süresi flörtleşmeyi kat kat aşıyor, haritadan kırmızı çizgiler siliniyor ve hep beklenen ama hiç gelmeyen Tatarlar bu sefer gelmiş, yakmış, yıkmış, geçmiş oluyor.

 Nugay, ki ne zamandır o artık Nugay değil, karşıdan sallanarak geliyor.

 Beni görür görmez bahçeye bakan koltuklara doğru gidiyor, ben de kahve ve dondurmalarımızı almaya gidiyorum. Bildiğim bir filmi defalarca izlemek gibi bu yaptıklarımız, o birazdan kahveyi alacak dondurmanın üstüne dökecek ama asla dengeyi tutturamayacak, kahve taşacak bunun için fazladan peçetelerle dönüyorum yanına. Sahne tekrarlanıyor. Dallar çarpıyor cama, taşan kahveye dokundurmuyor bu sefer, izliyor sadece. Yağmur başlıyor, camlardaki damlaları izliyoruz, bir araya gelip aşağı doğru süzülüyorlar.

 Nugay ben gidiyorum, burada duramıyorum artık. Guga’yı  da çok özlüyorum, ama çok diyorum.

 Guga, diyor heyecanla sonra tekrarlamaya başlıyor: Guga, guga, guga. Dudağının kenarından salyalar akıyor, ağzını siliyorum.

 Kimse bir fikri savunamazdı Nugay’ın karşısında. Her şeyin en doğrusunu bilirdi, her açıdan bakmış, karşılaştırmış, sonuca varmış olurdu. Hepimize kabul etmek düşerdi. Zehir gibi zekası vardı, en sonunda kendisini zehirleyen. Nugay Troyka’nın aklıydı.

 Susuyor Nugay, koltuğa kıvrılıp uyuklamaya başlıyor. Sarılıyorum ona.

 Nefesimi Nugay’ın nefesine uyduruyorum. Derin nefesler alıyor şimdi. Uyurken hiç sorunumuz yokmuş gibi. Guga sanki yanımıza gelecek üstümüzü örtecek, bizden esirgenen tüm güzel sözcükleri söyleyecek. Daha çok sevilmeniz  lazım çocuklar daha çok deyip ekleyecekti: Bike sahip çık bu çocuğa, demek o zamandan anlamış Guga.

 Kalbi tekledi Guga’nın, sonra bir daha. Ölene kadar içti durdu. Biz onu sevebildik mi yeterince bilmiyorum. Dünyadaki tüm ağıtları bilirdi Guga. Hayat benden neyi esirgediyse onu vermeyi öğrendim derdi. Öyle çok sevdi ki bizi. Guga Troyka’nın kalbiydi.

 Ağlamaya başlıyorum.

 Dün gece bir adamla yattım Nugay ve ondan önceki gün de, hiç zevk almadım, zevk almayı da düşünmedim, adam ne derse yaptım ama.

“Kurulu bebek gibisin ha.”dedi adam bana. Hoşuna gitmişim.

“Böyle zayıf, hastalıklı bedenleri seviyorum, çıt diye kırılacak gibi ezecekmişim gibi sanki.”dedi.

 Bu aldatma sayılmaz değil mi Nugay.

 Bu gece ne yapacağımı biliyorum, gene buluşacağım o adamla, ama gideceğim buralardan, hiç bilmediğim bir ülkeye, bir ressamın modeli olacağım. Bir bahar dalına benzetmeyecek belki beni ama hiç yokmuşum gibi de davranmayacak. Yapabilirim di’mi Nugay?

 Çok özledim sizi, bizi…

 Birlikteyken sanki hayat elimizden alınacak, bir daha yaşanmayacak gibi yaşamıştık.

 Haklıymışız.

                                                                                            

  

Yorum bırakın