-Lütfen bu yazıyı aç karnına okumayınız, yemeklerden sonra bünyenize alınız.-
Yurt dışında herhangi bir amaçla bulunan geleneksel bir Türk’ten iki şey beklemek bazen çok zordur: birincisi o sırada aklına yatmayan bir kurala uyması, diğeri ise lokal lezzetlerden oluşan bir sofradan memnun kalkması.
Tabii ki istisnalar kaideyi bozmuyor. İlki için itirazı olan yoksa biz bu köşede asıl ilgi alanımız olan ikinci konuya geçebiliriz…
Tarih meraklıları için Fransa’nın kuzeyindeki Normandiya kıyıları gezilmesi gereken bir bölgedir. Buraya gelince en azından bir kez denemeden geri dönülmemesi gereken lezzet ise bizim damak tadımızı oldukça zorlayabilecek olan istiridyedir. Bu kabuklu deniz mahlukatının yenmesi için en uygun zaman (İngilizce yazılışının içinde “r” harfi geçen aylar olan) Eylül-Nisan arasıdır. Bunun nedeni; sığ kıyılardaki kayalardan toplanan ve doğrudan temizlenip limon, sirke, belki biraz ince kıyım soğan serpiştirilerek tüketilen istiridyenin bulunduğu suyun fazla ısınmamasıdır. En tazelerine limon bile sıkılmaması önerilir. İlk denemede belki de pek beğenmeyeceğiniz bu deniz meyvesinin tazesini bulursanız şans verin derim. Yanına da yine lokal bir beyaz şarap olan Sancerre çok iyi gider.
Fransa’yı boydan boya inerek Pireneleri takip edip İspanya’nın doğusuna geçelim bu kez. En turistik şehirlerden biri sayılan Barselona’da ise severek yiyebileceğimiz pek çok yemek vardır. İspanyol mutfağı, bazı etler hariç, baharatı ve sosları ile bizim damağımıza çok uygundur. Ancak biraz macera arayanlar burada ise onlara siyah mürekkepli paella denemelerini öneririm. Sofrada ağız burun büzüştürmek yok, beğenmediyseniz normal safranlı paella söyleyelim, hem zaten buradaki her menüde bulunur.
Ama şu sözü lütfen unutmayın, bu söz bir oburun şiarıdır: “Aklında kalacağına, midende kalsın.”
Yani denemekten korkmayın.
Şu ana kadar Hollanda’da hangi yemeği denemedin, derseniz size hemen “Kapsalon” diyebilirim. İsmi ve keşif aşaması bir berber ile ilişkilendirilen bu Hollanda atıştırmalığını, daha uzaktan, hiç sevemedim. Denemekten korkmak değil bu, olsa olsa bir çeşit tepki…
Döner olduğu iddia edilen bir macundan kesilen şeritler ile patates kızartması ve salatanın karışımı olan bu yemeği Türk mutfağına hakaret olarak algılıyorum biraz sanırım. Bana göre yemek, hazırlanışı ve sunumu ile başlı başına çok ciddi bir iştir.
Yurt dışında ağız tadına uygun lezzet arayan, macera sevmeyen Türklerin fast food girdabından kaçıp gitmesi gereken ilk duraklar, kapısında ristorante, trattoria, osteria hatta belki enoteca yazan İtalyan mutfağı sunan mekanlar olur. (Bunların arasındaki farkları da bir başka zaman konuşalım.)
İtalyan mutfağı bir Türk’ü lezzet ve malzeme bakımından hiç üzmez.
Ancak İtalyan hocalar bazen hiç çekilmiyor doğrusu. Kadrolar bizim çocukların en iyilerinden kurulamayacaksa bu Avrupa Kupası’nda işimiz biraz zor, yine de imkansız değil.
Avrupalı da olduğunu kanıtlamak zorunda bırakılmış bir nesil için bu fırsatı doğru değerlendirmeye, güzel bir başarıya ihtiyacımız var; bu bize çok iyi gelecek…