Tik Tak Tik Tak…

 Her gün doğuda uyanıp batıya doğru yollanan güneş, yolculuğunu tamamlayıp yerini aya bırakmıştı. Aynadan kendisine bakıp gördüğü manzaradan hoşnut kalan Zeynep, masanın üzerinde duran sunum dosyasına baktığında bugün kendisi ile ne kadar gurur duyduğunu hatırladı. Aylardır hazırlandığı iş toplantısı beklediğinden çok daha iyi geçmişti. Bugün başından geçen her şeyi annesine anlatmak için sabırsızlanıyordu. Duvar saatine bakan Zeynep, saat daha 8 annem şimdi meşguldür onu biraz sonra ararım, dedi.

 Biraz sonra, şimdi, dün, yarın; zamanı anlatmak için ne kadar çok fazla kelimeleri var değil mi? Evveliyatından mütevellit midir bilinmez, insanoğlu gariptir hep. Bu dünyaya nasıl geldiğini hatırlamaz ama nedense hep buraya ait olduğunu düşünür. Sonra işte ne bileyim misal, ölümün gerçek olduğunu bilir fakat yine de aynı umutla yaşamaya devam eder. Gözüyle görmese bile yüce olana inanmaktan tereddüt etmez. Şu an neden buradayım diye sormaz hiç, aksine her gün uyanmak için kendisine bir sebep bulur. Onları anlamlandırmak epey güç…

 Ama en çok zamana karşı olan tavırları beni zorluyor. Onu hem çok seviyorlar hem de ondan çok korkuyorlar. E haksız da değiller tabii… Çünkü zaman bedeni olmayan bir büyücü gibidir, varlığını hissetmeseniz de sihrini görmemeniz imkânsızdır. İçlerinde en inançsız olan insan bile zamanın varlığını hiçe sayamaz.

 Derken bir gün, içlerinden biri onu kontrol altında tutabilmek için bir yöntem keşfetti. Zamanı bir çemberin içine hapsedip başına gecesi gündüzü belli olmayan 12 gardiyan dikti. Bizleri de alıp bu çemberin ortasına fırlattı. Görevimiz zamanın ruhları olmaktı. Benim adım yelkovan, kendimi bildim bileli döner dururum bu çemberin içinde. Ne öyle çok acelem vardır saniye gibi ne de akrep gibi uzun uzun bakarım sayıların yüzüne. Sadece bir dakika yeterlidir hevesimin geçip gitmesine. Saniye gibi durmadan etrafta koşuşturan hevesli bir çocuk olmasam da bu 24 saat içerisinde benim de kalbime heyecanlandıran bazı anlar vardır. Dönüşlerimin anlamlı olduğu anlar, düşünceli bakışlarla ağır ağır ilerleyen yorgun akrebi kendi gölgemde dinlendirebildiğim anlar. Aynı kökten doğan 2 zaman imlecinin birbirine hasret kalması normal mi? Elimde olsa peşinden koşar gelirim, yetişirim sana diyor akrep. Haber yollamış bana saniyeden, varsın 24 saatin yalnızca sadece 22 dakikası bizim olsun, aynı kökten doğduk diye aşkımıza yasak konulsun, ben seninle bir olmaya varım, demiş. Bir keresinde gece yarısı denilen anda zamanın sıfırlandığını duymuştum. İşte bu bir fırsat demiştim kendi kendime, belki de akrep ile bir araya gelebilmemiz için tek şans. Belli mi olur belki biz kavuşursak, kırılır zamanın çemberi, biter bu tutsaklık. Bu gece yarısı dedim buluşuyoruz en tepede. Dikkat etmeliyiz, hiç kimse bilmemeli bu hissettiklerimizi üçümüzden başka, zaman öğrenir de anlarsa gerçeği korkusundan salıvermez bizi. O günkü heyecanımızı anlatmaya insanların kelimeleri yeter mi bilemiyorum. Yarın neler olacaktı? Güneş yeniden doğacaktı elbet, ancak bu seferki bizim için olacaktı. Bakın bakın, sevdiceğim geliyor uzaklardan, işgüzar bir bakış atıyor bana ve gülümsüyor. Bekle diyor, geliyorum… Ama o da ne? Neden bulanıklaştı etraf böyle, uyuştu sanki bedenim. Sanrılar görüyorum…. Yok hareket edemiyorum. Yıllardır ilk kez yorulduğunu görüyorum saniyenin. Sonra olduğu yerde çakılıp kalan akrebe takılıyor ve usulca kapanıyor gözlerim.

 Yoğun geçen bir günün ardından, yatağının üzerinde uyuyakalmıştı Zeynep. Uyanıp da güneşin çoktan doğduğunu fark ettiğinde yaptığı ilk iş saate bakmak olmuştu, fakat saat 23: 59 ‘u gösteriyordu. Hayret dedi Zeynep saat durmuş, halbuki pilini daha yeni değiştirmiştim…

Yorum bırakın