Tereddüt Çizgisini Aşan Bir Film

 Zor kararlarda insan ne kadar ileri gidebilir? Doğru olanla vicdan çatışırsa hangisini seçer insan? Haklı olanın haksızlığa uğradığı zamanlarda ya da haklı yakarışların güçle örselendiği, yanlış kararlara evrilen sonuçlarda etik kurallar hiçe sayılır mı? Selman Nacar’ın 2021 yapımı filmi Tereddüt Çizgisi bu soruların cevaplarını bize sorgulatırken adalet, vicdan, etik ve bireysel sorumluluk gibi temaları derinden inceleyen bir yapım.

 Filmin başrolünü üstlenen Tülin Özen başarılı, idealist bir avukat olan Canan’ı canlandırıyor. Canan seneler önce Uşak’tan, ailesinin yanından ayrılmış, hayallerinin peşinden gidip avukat olmuş, senelerini yurtdışında ve İstanbul’da geçirmiştir. Annesinin sağlık durumu kötüye gidip solunum cihazlarına bağlanınca eski şehrine dönen Canan, filmde cinayet zanlısı bir genci savunur.

 Film kırsalda hapishaneden çıkan, sonradan anlıyoruz ki bu Musa’yı taşıyan araç, ile başlıyor. Gün aracın geçtiği yollarla ağır ağır aydınlanırken diğer sekansta Canan’ın annesini hastanede, cihazlara bağlı görüyoruz. Annesinin refakatini kardeşine bırakan Canan’ın ilk günü başlıyor ve adliyeye geçiyor. Film boyunca Canan’ın çaycı, esnaf ve çevresindekilerle samimi ama sesindeki o soğuk tınıdan biraz da mesafeli konuşmalarına yer verilmiş. Canan’ın karakteri, bir içsel çatışmanın somutlaşmış hâlidir. Yönetmen bizlere Canan’ın yüz ifadeleri, sessizlikleri ve tereddüt anları ile onun psikolojik durumunu açıkça yansıtır. Bunları yaparken diyaloglar üstünden değil, daha çok görsel ve sessizliği kullanır yönetmen Selman.

 Musa’nın adliyeye sevkini pencereden izleyen Canan, müvekkiliyle görüşmek için aşağı katı iniyor. Kapıda bekleyen jandarma görevlileri, komutandan izin almadan Canan’ı görüştüremeyeceklerini söyleseler de Canan sorumluluğu alıp birkaç adet sigara da ikram edip müvekkilinin yanına, odaya giriyor. Bu sahnede esasında Canan’ın kurallar karşısında ileri gidebilecek bir avukat olduğu izleniminin sinyallerini veriyor yönetmen Salman.  Saçı sakalı birbirine karışmış, hapishaneden elleri kelepçeli adliyeye getirilen Musa ile avukatı Canan’ın odada konuşmaları kadar etkili olan bir sahne de Musa’nın avukatından çalmasını istediği şarkı. Gazapizm’in Kafandaki Silah şarkısı, Musa’nın yaşadığı hayatla anlamlı. Çünkü Musa, sistemin köleleştirdiği, hiçe saydığı, güçlü karşısında ezilen ama sesini her duyurmak istediğinde bastırılan bireylerin bir yansımasıdır.

 Duruşmadan önce gelen telefonla Canan tekrardan hastaneye döner. Filmde Canan’ın hayatının bu evresindeki koşturmacaya, herkese yetişme ve en iyi kararı verme çabasını tanık oluyoruz. Hiçbir işi sonraya ertelemiyor ve elinden geldiğince yetmeye, yetişmeye çalışıyor. Annesinin organ nakline izin verdiğini, bu işlem için kardeşlerin izin vermeleri gerektiğini, geç kalınırsa organların kaybedilebileceğini söyleyen doktorla, Canan zor bir durumda kalıyor. Kardeşi ile senelerdir farklı konularda süregelen çatışma da burada izleyiciye sunuluyor.

 Adliyeye dönmeden önce Canan, müvekkilinin tıraş olabilmesi için jilet almaya gidiyor. Tüm bu karmaşa içinde esnafla jilet bıçağı seçimine giren Cananla, yönetmen bize tüm kargaşanın arasında esasında hayatta olağan sohbetlerin ve düzenin devam ettiğini de ustaca sahnelemiş.

 Hiç sorunu yokmuş gibi, önemli bir tanığın duruşmaya gelmediğini gören Canan bir de bununla uğraşıyor, adamın izini sürüyor.

 Ve sonunda duruşma sahnesi.  Duruşma artık karara bağlanacağı için Canan elinden gelen her şeyi yapmaya kararlıdır. Bunun en büyük nedeni de cinayeti Musa’nın işlediği hakkında yeterli kanıtların olmayışıdır. Hatta Maktulün oğlu cenaze sonrası yurtdışına gitmiştir ve Canan gözünde esas suçlu o da olabilir. Filmin en beğendiğim cümlesi de burada dökülüyor Canan’ın ağzından, “Aile kendimizin seçemediği ve bireylerin birbirini sevmek zorunda olmadığı bir kurumdur.”

 Güçlü karşısında güçsüzün adalet terazisindeki yerinin vurgulandığı bu sahneleri izlerken Musa katil mi değil mi ikilemi seyirciye ustaca yansıtılıyor. Öyle ki Musa’ya inanıyor, Canan’ın avukat kimliği yanında insani çabasına sadece izleyici olarak değil insan olarak eşlik ediyoruz.  Kameranın özellikle duruşma salonunda konumlandırıldığı açı ile kimi zaman duruşmada şahitler konumunda kalıyor izleyici.

 Önemli tanığın ilçeye gelip duruşmaya katılmak istemeyişi ve Musa’nın Canan’a bir mektup bıraktığını adamdan öğrenen Canan için olay çıkmaza giriyor. Öğrendiği gerçek ise sarsıcı. Bu süreçte hâkimin yeğeninin de organ nakline ihtiyacı olduğunu öğreniyor seyirci. Ve filmin sonuna doğru, üçüncü ve son oturuma girmeden önce Canan hâkime, annesinin organlarını bağışlayacak kişinin hâkimin yeğeni olabileceğinden bahsediyor. Burada Canan’ın hem annesine veda edeceğini hem de hiç etik olmasa da bir avukatın kendi adalet terazisini işletip rüşvet ile sistemin dayatması ile suçlu ama bir o kadar da masum bir adamı kurtarma çabasına tanık oluyoruz. Kısaca filmin adının geldiği “tereddüt çizgisi” aşılıyor.

 Film, esasında bireysel vicdan ve adalet mekanizmasının arasındaki çatışmayı çok iyi yansıtıyor. Canan’ın meslek etiği ve insani duyguları arasında gelgitler hem hastanede hem de hukuk mücadelesinde çokça irdeleniyor.  Ayrıca Tereddüt Çizgisi filmi, Türkiye’nin adalet sistemi ve toplumsal yapısına güçlü bir eleştiri sunuyor.

 Filmin sorguladığı şeyler bunlarla sınırlı değil. Bireylerin aileleriyle ilişkilerini, mesafelerini, sorumluluklarını sorguluyor. Hatta kadınların hukuk sistemindeki yerini ve toplumsal cinsiyet rollerini de …Canan’ın profesyonel bir kadın olarak karşılaştığı zorluklar, yalnızca bir avukat olarak değil, aynı zamanda bir kadın olarak da adalet arayışının ne kadar karmaşık olduğunu ortaya koyuyor.

 Birçok ödülü kucaklayan film aynı zamanda Zürih’ten en iyi film ödülüne verilen Golden Eye’ın, İstanbul Film Festivali’nde de En İyi Yönetmen, En İyi Uzun Metrajlı Film ve En İyi Kadın Oyuncu ödüllerinin de sahibi olmuştur.

Yorum bırakın