Panoptikon -Platon’un mağara alegorisi kadar olmasa da- özellikle siyaset felsefesi tarihinin en ikonik metaforlarından biridir. Hücrelerdeki insanları bir merkezden gözetleyen bir yapının adı… Bu sistemin en can alıcı yanı gözetleyenin gözetlenenler tarafından görülememesi. Denetim toplumunu karakterize etmek için kurgulanmış bu benzetme birçok düşünürün toplum üzerine düşünmesinde oldukça faydalı olmuştur. Okuyacağınız bu yazı postmodern, neoliberal toplumun panoptikon kültürünü temsil eden denetim kavramı yerine özgürlük ile tanımlandığını açıklamaya çalışacaktır.
Denetim her şeyden önce geleneksel toplumun bir mirasıdır. Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası adlı metninde Nietzsche, “İnsanlar olabildiğince erkenden işe koyulmak için zamanın hedeflerine yöneltileceklerdir; henüz olgunlaşmadan önce, hiç olgunlaşmasınlar diye,” der. Geleneksel toplum kronolojik olarak modern toplumu öncelediği için değildir bu; usun aydınlanma serencamındaki geldiği nokta ile alakalıdır. Panoptikon kültürü yerleşikliği imleyen bir yapıdır: suçlu hapishanededir, öğrenci okulda, işçi iş yerinde vs. Enformasyon çağında kamusal alan dediğimizde “sokak” anlaşılamaz artık. Ve bu kadar hızlı hareket eden akışkan, değişen bir dünyada “an” denetlenemeyecek bir sürate sahiptir. Liberalizmin mantığı budur zaten: Yakalanamayan “an” sürekli yakalanmak istenecektir. Dolayısıyla modern toplum çağdaş bir Sisifos örneği sunar bize. Akla gelebilecek her şeyin rasyonel yani sayılabilir ve ölçülebilir olması gerektiği mantığının sonucudur bu. Neoliberal çağda iş yeri hiçbir zaman bir bina olarak kalmayacaktır. Bir çalışanın evde kahvesini içerken aklına gelen bir proje, seve seve kabul edilecektir. Boş zaman insanların çalışmak zorunda olup denetlendikleri bir zaman aralığına işaret edemeyecek kadar özgür bir zamandır artık. Pascal Gielen’i dinleyelim: “Dahası, fikir üretmek için ayrılan süreyi hesaplamak zor. İyi bir fikir veya güzel bir tasarım zihin işçisinin parlak beyninden bir saniyede çıkabilir, fakat aynı şekilde aylarını da alabilir.”
Distopyalar -dış dünyada meydana gelemeyecek şeylerin insanın imgelem yetisinin hediyesi olarak edebiyat ve sanatın bagajlarına taşınan birer romantik başkaldırı değildir sadece- çağının sonuna geldiğimizi anlayabiliriz sanıyoruz. Bir “1984” veya “Fahrenheit 451” içerik olarak geleneksel bir toplum modelini açıklayabilir. Büyük Birader kavramına gerek duymaz neoliberalizm. Hatırlayınız, denetim toplumlarını karakterize eden Distopyalarda, olayı hep bir aşk hikâyesi çözüme kavuşturur. Tutku bir iblis muamelesi görür. Çünkü ussal değildir, arzu yoluyla olagelir. Hesaplanıp öngörülemez. Oysa modern toplum böyle bir tehlikeyi bile göğüslemiştir çünkü kavramlara bir değer atfetmez. İnsanların âşık olmalarının bile pazarda elbet bir yeri vardır. Zira modernizm özgürlüğe sahip olma değerini mutlaklaştırdı. İnsanlar alışveriş mi yapmak istiyorlar; yapsınlar. Tatile mi gitmek istiyorlar; bırakın gitsinler. Mutlak denetim mutlak değildir çünkü. Dış dünya mutlak denetim uygulanacak bir uzam ve zaman imkânı vermez. Panoptikon’un bir geometrik yapı olması bu yüzden gayet ilginçtir. Merkezî olanı imler. Pisagor geometrisidir: Bir çemberin merkezinden çevresine çizilen bütün noktalar eşit uzunluktadır. Oysa dış dünyada bir çember bulamayız. Geometri zihinsel bir faaliyettir. İlkeleri birer aksiyomdur. Dolayısıyla Panoptikon kültürü denetim toplumu olan değil denetim toplumu olmayı ülkü edinmiş bir toplumdur. Bunun aksine modern toplum “bir” şey olmaya çalışmaktan oldukça uzaktır. O bir şey olup olmamaktan bağımsız Heraklitosçu bir edayla bizzat oluşu temsil eder. Ve oluş özü gereği bir oluş olarak denetlenemez. Akan bir şeyi yakalayamazsınız. Neoliberalizm tam da bu yüzden “özgürlüğü” bu kavramın yakasına iliştirir.
Geçen yüzyılın muhalif seslerine karışan eşitlik, özgürlük, adalet gibi kavramlar neoliberal toplumda daha konforlu bir yaşam seçkisine karıştı. Panoptikon kültürünün yerini modern, liberal veya neoliberal toplumları karakterize eden imgelere bıraktığını düşünüyoruz. Faydacı, hesaplayıcı, sayıya değer veren aklın yarattığı bu toplumlarda korku merkezde duran bir unsur değildir. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi bu toplumlar diğer bütün kavramlar gibi korku kavramını da tanımlamaz. Tanımlamak sınırlamak demektir. Bir şey üzerine konuşmak o şeyi sınırlayıp düşünmek demektir. Aristoteles bir şeyi bilmenin ne demek olduğunu şöyle açıklar: “O nesnenin nedeni olduğu için, her bir nesnenin bağlı olduğu nedeni bildiğimizi düşündüğümüzde ve o nesnenin başkaca olamayacağını bildiğimizi düşündüğümüzde, her bir nesneyi sofistik bir tarzda, ilineksel bir anlamda değil de saltık anlamda bildiğimizi düşünürüz. Öyleyse bilmek böyle bir şey, bu açık.”
Panoptikon kültürünün geleneksel toplum inşasından hâlâ pay almakta ısrar eden toplumları açıklamakta yetenekli olduğunu söyleyebiliriz; ancak neoliberal toplum için aynı şeyi söylemek oldukça güç. Okuduğunuz bu yazımız her şeyi sayısal bir değere çeken, içinde proje-insanların, tüketici-insanların olduğu neoliberal toplumun bir gözetleyiciye ihtiyaç duymadan yine niceliksel bir özgürlük mitosunun peşine düştüğünü açıklamaya girişmiştir. Kapitalizm, kendisi haricinde başka bir şey olabilme yeteneğine sahip tek canlının insan olduğunu iyi kavramış gibi görünüyor. Bunun sonucu olarak bu özelliğimizi yani özgür olabilme potansiyelimizi denetimsiz ve mutlaka sonsuz bir sayı dizisine vurarak yaptı.