Güneşli bir sabah, biri, evinde resmi bir mektuba rastlar: mektup fincanın yanında, kahvaltı masasının üzerinde durmaktadır. Mektubun oraya nasıl geldiği bilinmez. Açılır açılmaz bir çağrıyla aniden okura saldırır:
Gri, yırtık pırtık kâğıdın üzerindeki bu resmi yazı, devam eden yılın 5 Kasım sabahı, saat sekizde infazınız için merkez istasyonunun erkekler tuvaletinde olmanız gerektiğini beyan eder. 18. kabin sizin için ayrılmıştır. Bu çağrıya itaat edilmemesi, idari yönetim kararnamesi gereğince tarafınıza cezalandırma emri verilmesine sebep olabilir. Sürecin sorunsuz ilerlemesi için ince giysiler giymeniz önerilmektedir.
Bir süre sonra, bu şekilde etkilenen kişiler, arkadaşlarının yanında ürkek görünür. Yemeden içmeden kesilir, acilen ısrarla tavsiye ister ama sadece ciddi ve anlamlı bir ifadeyle sağa sola sallanan yüzlerle karşılaşır. Ne ölümden döndüren bir ipucu verilir ne de yardım teklif edilir. Kısmen hayatta olanın suratına kapı bir kez daha çarpıldığında gizlice rahat bir nefes alınır ve zaten kapıyı açmanın değip değmeyeceğinin muhakemesi yapılır. Gelecek vaat etmeyen biri için değer miydi, kim bilir?
Bir başına, dilekçe vermesini ancak her hâlükârda ihzar celbine fırsat vermemek için son günü (5 Kasım) beklemesini öneren bir avukata gider. Erkekler tuvaleti ve merkez istasyonu, kulağa katlanılabilir ve makul gelir. Her şerde bir hayır vardır. İdam mı? Muhtemelen bir baskı hatasıdır. Aslında “ikram” demek istemişlerdir. Neden olmasın ki? Avukat, yeni müvekkilinin kendini toparlamak istemesini gayet anlaşılır bulur. Bekleyin! Ve inanın! İnsanın inancı olmalı! İnanç, en önemlisi.
Erkekler tuvaleti emri gelen adam, evinde sırılsıklam olmuş çarşafların üzerinde bir sağa bir sola döner. Yakıcı bir hasetle kavrulurken sineğin dertsiz tasasız vızıltısına kulak kabartır. Yaşayan sinekler! Endişesiz sinekler! Merkez istasyonu hakkında ne bilirler ki?! İnsanın kendisi bile bilmez… Gece yarısı komşunun kapısını çalar. Kapıyı çalan kişi pes edip parmağını zilden çekene değin bir göz ona delikten basiretsizce bön bön bakar.
Saat tam sabah sekizde, sahip olduğu en ince giysiler olan kısa kollu spor gömlek ve keten pantolonla soğuktan titreye titreye merkez istasyonuna adım atar. Orada burada işsiz güçsüz bir hamal esneyerek dolaşır. Zemin döşenir ve zemine her zaman bir çeşit sıvı serpilir.
18. kabini hızlıca keşfe koyulmasıyla erkekler tuvaletinin aynaya benzer boşluğunda kimsesiz adımları yankılanır. Kapının kilit mekanizmasına bozuk para sokar, kilidin demiri yükselir ve içeri girer. İçinde hiçbir şey olmayacağına dair yabani bir kesinlik hissi uyanır. Hiçbir şey! İnsan işleri yoluna koymaktan başka hiçbir şey istemez, hiçbir şey! Belki bütün bunlar geçecek ve tekrar evine dönecektir. İnanç! İnanç! Gırtlağına coşkulu bir ruh hâli çöker, gülümseyerek kapıyı kilitler ve yerine oturur.
On beş dakika sonra iki tuvalet görevlisi maymuncukla 18. kabini açarak içeri girer ve ince giyimli cesedi, sözde lokomotiflerin dumanları sıklıkla çatısında asılı olmasına rağmen bir trenin ne vardığını ne de kalktığını kimsenin görmediği merkez istasyonunun kırmızı tuğlalı derinliklerine doğru dışarı sürükler.
*Günter Kunert