Üstü toprak, tek katlı, kerpiç bir damda dünyaya geldim ben. O evde bizden önce yaşayanlar damın içini tahtalarla ikiye ayırmışlar, bir tarafında inekleri diğer tarafında kendileri kalırmış. Benim o eve dair pek hatırladığım bir şey yok ama sonrasında orayı ocaklık olarak kullandık biz. Bir köşesine hayvanların yemini koyuyorduk. Bacası olan diğer tarafta da anamlar ekmek, süt kaynatıp peynir yapardı.
1994 yılının kışıydı, yağmur hafiften çiseliyor. Babam eşekle oduna gitmiş. Anamlar o damda ekmek yapıyor. Tarlalardan topladığımız pamuk çöplerinin çatırtısı geliyor yanan sacın altından. İçeriyi hafif duman almış. Ekmek kokusu dumanla birlikte bacadan köye savruluyor. Yolu düşen kadınlardan biri bazlama istiyor. Zaten köyde kim ekmek yapsa illâki birileri sırf bazlama için yolunu o tarafa düşürürdü. Bir gözüm ineklerde oraya buraya kaçışmasınlar diye ara ara yoklayıp tekrar ocaklığa geliyorum. Bir bazlama da benim payıma düşecek şüphesiz.
Nerede olursanız olun tanıyacağınız o boğuk megafon sesiyle birlikte çerçi geldi o ara. Kadınlar ekmeği bırakıp çerçinin etrafında toplandı. Başka kadınlar da geldi toplandı. Tiz bir uğultu aldı ortalığı. Anam git hurdaları getir dedi. Oradan buradan topladığımız hurda demir teneke ne varsa aldım getirdim. Üç beş leğen falan aldı anam. Diğer kadınların kimisi bir şeyler aldı kimisi pazarlıkta anlaşamadı. Çerçi aynı boğuk megafon sesiyle döndü gitti. Köy yerinde size hiçbir şey alınmadıysa çerçinin dönüp gitmesinden daha hüzünlü bir şey yoktur.
Çocuksanız havanız çabuk değişiyor. Derken tepeden babam göründü. Eşeğin hızlı gelişinden yükün ağır olmadığı anlaşılıyordu. Babam odunları kırıyor ben de küfeyle eve taşıyordum. İçlerinden birkaçını sobaya atıp bir yandan da sobanın üzerindeki yemeği ve çayı ısıtmaya çalışıyorum. Köy yerinde kimse size sorumluluklarınızı söylemez. Evde yapılması gereken bir iş varsa bu sizin işinizdir. Başkası gitsin yapsın diye beklenmez.
Bir ara sesler duydum birisi öfkeli bağırıyordu. Babam bir şeyler anlatıyordu. Olayın dönüp dolaşıp bana patlayacağını hissetmem çok sürmedi. Bizim inekler komşunun bahçesine girip zarar vermişler. Komşu da köpürmüş bizim kapıya dayanmış ne diye bunlara sahip çıkmıyorsunuz diye. Herkes ayrı bir işle uğraşırken haliyle ineklere bakmak benim sorumluluğumdaydı. Çekilen azardan payıma düşeni işitip tekrar inekleri karşı yamaca sürdüm. Bu kez başlarında beklemem gerekiyordu.
O yıl babam şirkette çalışmak için İzmir’e gitti. Kaç ay çalıştı hatırlamıyorum. Anam onca işle, çocuklarla bir başıma yapamıyorum çık gel demiş. Babam döndüğünde bana üç teker bir bisiklet almıştı. Sabahtan akşama kadar köy meydanında dönüp duruyordum. Gece ayaz başlayıncaya, annem azarlayıp çağırıncaya kadar da eve döndüğüm yoktu. O bisikletle benden mutlusu yoktu. Hatta babamın evde olmadığı o günleri bile unutmuştum. İyi ki gitmiş bana bunu alıp gelmiş diye düşünüyordum.
Yıllar sonra yolum İzmir’e düştüğünde babam hemen aradı. Neredesin, dedi. Çeşme’ye gidiyoruz, dedim. Hah işte üzerinde gittiğiniz o yolu biz yaptık, dedi. Gururla anlattı o günleri.
Yıllar içinde babamın oduna gittiği yerlerde odun toplamaya, tarla suladığı ovada ot biçmeye, çalıştığı yerlere ben de çalışmaya gittim geldim. Sanki onun izini takip eder gibi peşi sıra yaşıyorum bu hayatı.
Henüz babama benzeyemediğim bir nokta var. O da babamın elleri. Babamın elleri öyle yarıklarla doludur ki tohum eksen kök salar. Çatlak falan değil öyle bildiğiniz yarılmaktan bahsediyorum. İşin ilginci yaz kış o haldedir elleri. Kışın çok az da olsa düzelir gibi olur ama tamamen düzelmezdi hiçbir zaman.
Ben beni bildim bileli tarlalarda çalışır babam. Hatta o da kendini bildi bileli tarlalarda çalışır. Aklınıza gelebilecek her iş en çok tarla sulama işinde çalışıyor. Başkalarının tarlalarını yıllık yüzde 6-7 payla sulayan kişilere saka derler bizim burada. Benim babam da onlardan birisidir.
Tarlada sulama, çapa, seyreltme, ot yolma, gübreleme, ekme, biçme işleri yoksa inşaatlarda çalışırdı. Sadece birkaç yıl hatırlıyorum köyde birilerinin sürüsüne çobanlık yapmıştı. Bir keresinde de ben çok küçükken İzmir’e yol şantiyesinde çalışmaya gitmişti ama birkaç ay sonra dönmüştü tekrar. Yıllar önce köyün yanından geçen otoyolun yapımında dahi çalışmış. Küçükken de kendi sürüleri varmış onlara çobanlık yaparmış. Şimdilerde bizim de kendi ineklerimiz birkaç koyunumuz var. Ama babam yine de gider tarlalarda bağ bahçelerde çalışır durur.
İşte tüm bunları üst üste koyunca babamın elindeki yarıklar yılın on iki ayı hep vardır. Her akşam uyumadan önce ellerine özenle krem sürer ama pek bir faydası olmaz. Her yıl izine gelen köyün Almancılarına kremler sipariş eder. Sağ olsunlar babamı kırmaz getirirler. Böyle böyle Avrupa’nın tüm kremlerini denemişliği var. Yalanı yok bir iki tanesi işe yarar gibi oldu ama babamın elleri ne yaptı ne etti yine eski haline döndü.
Üç kardeşten sadece beni okutabildiler. O da ablamlar çalışıyordu da onların sayesinde okuyabildim. Yoksa babamın el emeğiyle anca evin giderlerini karşılayabiliyorduk.
Köye her gidişimde kavga ederiz kendisiyle ya sıcağın göbeğinde gider bahçede bir şeylerle uğraşır ya da yaşına başına bakmadan elin tarlasında sakalık yapmaya gider. Halbuki iki ineğinin sütü, kendi bahçesi bostanı yeter de artar. Karnın mı doymayacak bırak el işini evinde kendi işin sana yeter diyorum. Daha ben arkamı dönmeden bakarım ki gitmiş sıcağın güneşin göbeğinde bahçede ot yoluyor.
Ömrü boyunca çalışmaktan başka bir şey yapmamış birine otur çalışma demek onu bir yere hapsetmeye benzer. Hele ki her gün bir sonraki gün yiyeceği ekmeği düşünmek zorunda olarak bir ömür geçirenin ruhuna işler bu kaygı. Ertesi gün yiyeceği ekmeği olduğunu bilse dahi gidip çalışır.
Babamın çalışmasından bu yaşına rağmen didinmesinden şikayetçi değilim aslında. Beni üzen şey kendini hırpalayarak çalışması.
Ve yarın bir gün beni daha da üzecek olan şey. El alemin tarlasında güneşin kavurucu sıcağında yüzde yedi pay için çalışırken can verecek olmasıdır. İşte o gün ellerindeki yarıklar alabildiğine toprak dolacak.
🥹👏