Yine kapıyı tıklatan kimse yok. Apartmandan çıt çıkmıyor. Uzaktan, komşunun evinden, ısrarla çalan telefonun sesi geliyor sadece. O susunca, ev yine sıkıntılı karanlığına bürünüyor.
Üniversiteden yakın kız arkadaşım, bu sıkıntıyı atlatayım diye; “Çık yürü, ferahlarsın,” dedi. “Deniz kıyısında harika bir evde oturuyorsun, git, sahilin tadını çıkar.”
Tat almak mı? O rüyayı gördüğümden beri, günleridir evin önünden geçmesini bekliyorum. Balkonda üşüyünceye dek kalıyorum. Çevrimiçi yaptığım derslerin aralarında balkona çıkıp; önce yola, sonra gökyüzüne bakıyorum… Gün içinde çok defa yapıyorum bunu. Önce yola, sonra göğe… Hiç yürüyüşe çıkasım yok.
Göğü seyrederken içim açılıyor sanki, yetiyor bu bana… Deniz kenarına yürümek değil, gök kubbeyi seyretmek daha iyi geliyor. Koca evrende bir zerre olduğumu düşünmek beni rahatlatıyor…
Bu kaçıncı ay? Kaç gün oldu sesini duymayalı? Bugün de geçer diye bekliyorum. Türkçe konuşamayan o akordeoncu çocuk. Yolun ucunda beliriyor sonunda. Yine aynı şarkı… Başkasını bilmiyor sanırım. İçeri koşup para arıyorum, vermek için. Şarkının sonu gelse de susup gitse… Sonlandırıyor şarkıyı ve baştan alıyor.
Yolun karşındaki sakız ağacının dalları hışırdıyor. “Şıııtt” der gibi, “bitir artık şunu!”
Akordeoncu çocuk susup, ağacı dinlemek için sessizleşiyor sanki. Sonunda gidiyor.
Sert rüzgâr İçimi titretiyor… Bugün dünden daha mı soğuk? Hava kararıyor. Gökyüzü akşamın zarif kızıllığına bürünüyor. Gece olacak yine…
***
Başka bir sabah oldu. Geçmek bilmeyen uykusuz bir gecenin sabahı daha… Gözlerim şiş, ağzımın içi paslı, yudumladığım kahve tatsız. Yine de benim için günün en katlanır saatleri bunlar, hiç olamazsa evde yapabileceğim bir işim var, ders veriyorum.
Güneş evin içine süzülüyor, salondaki halının desenleri üzerinde geziniyor, dolaşıyor odaları tek tek … Ama ev hep loş. Ev süzgün, kırgın…
Karşı dairenin telefonu çalıyor yine, ısrarlı. Uğultulu konuşmalar geliyor komşum Nilgün Hanım’dan. Yumurtacı Bayram Efendi gelmiş olmalı, sesleniyor; “Kalabalığız. Otuz yumurta alayım ben.”
Son günlerde adet edindiğim üzere, otuz yumurtayı nasıl bir kaba sığdırdığını merak edip, kapının deliğinden ses çıkarmadan, bakıyorum.
Nilgün Hanım, yaşından beklenmedik hoş bir edayla otuz yumurtayı Bayram Efendi’nin sepetinden alıp dikkatlice sayarak büyükçe bir salata kâsesine koyuyor. Gülümsüyor parayı verirken, sonra kapıyı kapatıyor.
Ev sessizliğine ve loşluğuna geri dönüyor.
Yan dairede çalan telefonun sesi hâlâ duyuluyor.
Çok başarılı … tebrik ediyorum gerçekten.