Usta

 Cemal dükkâna girince burnuna çöpteki artıkların kokusu geldi. Midesi bulandı. Bir de etrafı sineklerin sardığını görünce başını iki yana salladı. Pencereye yöneldi.

“Ustam gibi olmayacağım, diye diye dükkânı getirdiğin hale bak. Ustalık senin neyine Cemal?”

 Sabah atarım, diye kapının önüne bıraktığı külleri gören ustasının, yüzüne su döküp uyandırdığındaki ürpertiyi hissetti içinde.

“Bunlar ne böyle Cemo?”
“Çalar saati duymamışım. Sabah atıverecektim ustam.”
“Atıverememişsin ama. Mangalın külleri akşamdan boşaltılacak demedim mi sana? Böyle mi iş yapıyorsun? Hıı, bir de karı gibi ağla tam olsun!”

 Mangal ustası olmayı sevmemesinin nedenlerini boşuna uzaklarda arıyordu. Dükkândan ne zaman içeri girse ustası bir yerden çıkacak, nasırlı elleriyle suratına bir tokat indirecek gibi düşünürdü. Hep tedirgindi. “Devredemedin gitti burayı. Kurtulamadın ustanın hayaletinden be Cemal.”

 Kilerin kapısından başını uzatınca Hayri’yi yerinde bulamadı. “Ben bu çocukla ne halt edeceğim,” diye söylendi. Bıyığını burarken fark etmeden alt dudağını ısırmaya başladı. Sonra da “Haydi Bismillah,” diyerek önlüğünü boynuna geçirdi. Çöp bidonunu sürükleyerek dışarı çıkardı. Tezgâhın başına geçince bulaşıkların yıkanıp kurulandığını gördü. “Kerata en azından tüm işi sallamamış.” Buzdolabına yöneldi. Köftelerle, salata malzemeleri hazırdı. Siniri geçer gibi oldu. Radyoya uzandı. Arif Şentürk’ün sesi doldurdu dükkânı.

“(…) Ben bir fırın yaptırdım doldurdum ekmekleri. Gel beraber yiyelim yaptırdım börekleri. Evreşe yolları dar, dar. Bana bakma benim yarim var.”
Islığıyla da eşlik etti melodiye.

 Mangalın başına geçti. Yakılmaya hazırdı. Ateşi tutuşturup çay ocağının düğmesine bastı.

“Köfteciye sade bir Türk kahvesi.”
“Hemen yolluyorum.”

 Usta olduğundan beri sabah kahvesini adet haline getirmişti. “Oğlum tabağa dökülmüş çay ustaya servis yapılır mı? İyice işin suyunu çıkardın ha. Nerede kaldı saygı, nerede?” Suratına inen tokattan sonra eliyle acıyan yanağını tutup gözlerini yere dikmiş, susmuştu.

“Katlanmaktan başka çaren mi vardı? Hasta anana ilaç parasını nasıl yollayacaktın. Ustandan daha mı iyi davranacaktı sarhoş baban. Boş versene Cemal. Yazılan neyse o oldu işte. Kardeşlerin biraz rahat yüzü gördü.”

 Sandalyeye çöküp kahvesini beklerken daha nelerden vazgeçtiğini düşündü. Ekmek sahibi olmayı öğrenebilmek için çocukluğundan, ağlamaktan, okumaktan, ailesiyle yaşamaktan, kendine bir türlü güvenemediği için dükkânı devretmekten.

“Dalmışsın Cemal Ustam,” sesiyle irkildi.
“Ne de ustayım ya. Ben nasıl ustayım oğlum Hayri?”

 Çırak elindeki ekmek kasasını masanın üzerine bırakırken çekinerek, “O nasıl söz ustam? Bu şimdi durduk yere nereden aklına geldi?” dedi.

“Durduk yere olur mu ya? Dükkânda sözü geçmeyen usta mı olur? Sen beni hiç dinlemiyorsun ki!”
“Seni nasıl dinlemem ustam. Bir dediğini iki etmemeye çalışıyorum.”
“E, peki o çöpler neden çıkarılmamış?”
“Fırından aradılar. Araçları arızalanmış. Bende bir koşu gidip bir kasa ekmek alayım zorda kalmayalım, dedim. Vallahi de billahi de atacaktım.”
“Dün gece atılacaktı onlar.”
“Affet. Unutmuşum.”
“İyi halt etmişsin. Kokmuş içerisi. Hadi havalandırmak için açtım pencereyi, sinekler ne olacak?”
“Şimdi bakarım çaresine.”
“Bakarsın ya. Bizim zamanımızda ustanın ağzından çıkan ayetti, tövbe haşa.”

 Hayri ellerini göbeğinde birleştirip başını öne eğdi. Gözlerini ucu delik ayakkabılarına dikti. O ne zaman böyle dursa ustası eser yağar sonra yumuşardı.

“Yediğim dayaklar buradan Şam’a köprü olurdu, gıkım çıkmazdı. Ustaya nereye bir şey diyeceksin zaten! Taş olurdum karşısında. Doğruyu söyle Hayri. İşi mi sevmiyorsun sen?”
“Yok, seviyorum.”
“De bak, sevmiyorsan zorla güzellik olmaz. Yol paranı koyayım cebine, ananın babanın yanına dön.”
“Seviyorum, dedim ya ustam.” Ne olur Allah’ım, ustam beni yollamasın. Burada hiç olmazsa yatacak yerim var. Dönersem babam içip içip, annemle beni daha çok döver. Kardeşimde ilaç parasını bulamazsam benim yüzümden ölür, diye geçirdi içinden.
“Eğer babandan falan korkuyorsan ben istemediğimi söylerim. Sana suç atmam.”

 Hayri, Cemal Usta’nın ellerine yapıştı. Ağlayarak, “Affet beni ustam. Bir daha hiç çöp bırakmayacağım. Gönderme beni köye. Hem biliyorsun kardeşime para gönderiyorum,” dedi.

 Bu sefer çocuğun ağlaması dokundu yüreğine. Köydeki şartlarının iyi olmadığını biliyordu. Hemşerilerinden biri, “O kadar fakirler ki yatacak döşekleri yok. Hasır üzerinde yatmaktan ortanca kardeşi ince hastalığa tutuldu,” demişti.

“Tamam, sakin ol. Sevmiyorsan, diye dedim.”
“Seviyorum burada çalışmayı. Müşterileri, diğer esnaf ağabeyleri… Ben ettim, sen etme.”

 Çırağın yırtık ayakkabısına takıldı gözü. Çelimsiz hali içini acıttı. Hayri’nin zayıf bacakları iki değneği andırıyordu. Ürkek bir kuş gibi titremeye başladı.

“El kadar sabiye mi gücün yetiyor senin de be adam? Ne farkı var senin çocukluğundan? Hadi bakalım, çık şimdi işin içinden…”

 Cemal Usta’nın da gözleri dolmak üzereydi. Burnunun sızladığını hissetti. İmdadına kahvesi yetişti. Çaycıya işaret edip kapının önündeki tabureye bırakmasını söyledi. “Hadi ben mangalı yaktım. Sen şu parayla müşteri gelmeden üst baş al kendine,” deyip cebinden çıkardığı parayı uzattı.

“Kardeşine göndermek için de bak bir şeyler işte.”

 Hayri koşarak çarşıya gitti. Dükkânların olduğu meydana doğru dönünce soluk soluğa kaldı. Havuzun karşısındaki bankta soluklandı. Aceleyle ayağa kalkınca etrafındaki güvercinler havalandı. Manava girdi iki yüz ellişer gram erik, çilek, elma, incir tarttırdı. Peynirciye uğradı, az peynir ve zeytin aldı. Fırından taze ekmek sardırdı. Eczaneden aldığı iki ilacı da bir kutuya koydu. Elindeki paraya baktı. Bal almaya yetmiyordu. Mukavvayı köy minibüsüne verdi. Kunduracıda ayakkabılarını tamir ettirdi. Geri döndü.

“Cemal Ustam kasaya bozuklukları bırakıyorum.”

 Köfteleri pişiren usta, Hayri’yi görünce, “E oğlum almamışsın kendine bir şey,” dedi.

“Kardeşime bir şeyler yolladım. Ayakkabılarımı da tamir ettirdim. Bunlar beni idare eder.”

 Müşterinin eline tutuşturduğu bahşişle bir şişe kola almak yerine koşarak anana birkaç elma alan sen değil miydin Cemal?

 Hazır olan tabakları tezgâha uzattı, “İki numaralı masanın,” deyip ekledi. “Beni dinlemiyorsun diye boşuna demiyorum sana. Servisi halledince git dediğimi yap.”

 İşini bitirip kapıdan çıkan Hayri dönüp içeri, “Usta olduğumda senin gibi olacağım Cemal Ustam,” diye seslendi. Cemal’in yüzüne yayılan tebessüm çırağına da bulaştı.

Yorum bırakın