13 Mayıs ve Ertesi

 Pencereden içeri süzülen ışık hüzmesi, yeni başlayan bir günün habercisi gibi hem Leyla’nın kambur bedenine hem de üstünkörü örtülmüş yataktaki yastığa yansıyordu. Kalkmak zor değildi belki. Ama fiziksel yönü yüksek, az getirili bir iş için, her gün 3 saatini yolda geçirmenin can sıkıcılığı, öğrenilmiş çaresizlik olarak bir kenarda duruyordu öylece. Akşamları motel odasına geldiğinde kimi zaman o kadar yorgun oluyordu ki, ayakkabılarını yatağa uzandıktan sonra birbirine sürterek çıkarıp, direkt uykuya dalıyordu.

 Aslında yaşamı, bundan bir iki sene öncesine kadar çok farklıydı. Hatta geçmişini düşündüğü zamanlarda benlik karmaşası yaşıyordu. “Ben kimim? Neydim ve neye dönüştüm?” Sorular dönüp dursa da zihninde, cevapları üzerinde pek durmazdı Leyla. Çünkü artık olan olmuştu ve mevcut durumu değiştirmek için gereken gücü kendinde bulamıyordu. Bunun fikri bile -imkânsızlığı yüzünden belki de- ürkütücü geliyordu. Her şeyin başladığı, daha doğrusu bittiği sıradan bir 13 Mayıs günü, bir insanın en büyük sınavlarından biri haline gelebilir miydi?

 Leyla, 30′lu yaşların ortasında, görece kurumsal bir firmada yönetici asistanı olarak çalışmaktaydı. Eşi Ozan ise altın çağını yaşayan bir iç mimar. Birbirlerinde buldukları büyük çekim ya da aşk, artık her neyse, onları tanışmaları üzerinden geçen altı ay içerisinde evliliğe götürmüş, aralarındaki saygı temelli ilişki, uzun yıllar süren mutlu bir birlikteliğe evrilmişti.

 Hani her şeyin bir fotoğraf karesinden bakıldığında mutlu göründüğü ama aslında bir şeylerin çürümekte olduğu durumlar vardır; işte Ozan ve Leyla için de aslında aradan geçen yıllar sonrasında gidişat böyleydi ama iki taraf da bunu görmezden geliyordu. En azından Leyla için hayat bu şekildeyken basitti. Ozan işi gereği kimi zaman ofisine gider, kimi zamansa evden çalışırdı. Evden çalışacağı günlerde de erkenden kalkar, ikisine kahvaltı hazırlar; karşılıklı kahve ritüellerinden sonra Leyla işine doğru yola çıkardı. Akşamları beraber yemek hazırlarlar, o gün neler yaşadıklarına dair sohbet ederlerdi. Aslında ne Leyla’nın patronuyla yaşadıkları Ozan’ın ilgisini çekiyordu, ne de Ozan’ın projesindeki aksaklıklar Leyla’nın. Ama aralarında bir anlaşma varmışçasına, kimse şikâyet etmezdi bu duruma. Günlerin birbiri ardına bu kadar aynı olması, “normal” olarak sınıflandırılan monotonluğu doğurmuştu artık.

 13 Mayıs günü, Leyla’nın patronu, evinde düzenleyeceği bir etkinlik sebebiyle erken çıkacağını söyledi. Bu da demek oluyordu ki Leyla da erken çıkabilecekti. Saat 3 sularıydı. İlk başta annesine gitmeyi düşündü ama önceki gün gördüğü tuhaf rüyalar yüzünden uykusu defalarca bölündüğü için kendini çok halsiz hissediyordu. Arabanın direksiyonunu evinin bulunduğu semte doğru kırdı.

 Radyoda No Surprises çalıyordu, sesi iyice açtı. Ozan da nasıl olsa evdeydi, belki biraz uyuduktan sonra güzel bir film seyreder ya da sahile yürüyüşe çıkarlardı. Leyla evinin önüne geldiğinde her zaman park ettiği yerin dolu olduğunu gördü. Bu yüzden bir paralel sokağa bırakacak, biraz yürüyecekti. Hem o arada markete uğrar, birkaç ihtiyacı da almış olurdu. Eve yaklaştıkça içinde tarifini yapamadığı fena bir his oluşmaya başladı. Sanki ileri doğru atmaya çalıştığı adımlarını biri önden arkaya doğru itiyor, eve ulaşmasına engel olmaya çalışıyor gibiydi. Kendi kendine, “Saçmalama Leyla! Yürü!” dedi. Altıncı hisleri artık fazla olmaya başlamıştı. Acaba bunlardan kurtulmanın bir yolu var mıydı?

 Apartman kapısına bırakılmış tostçu broşürlerinden birini elindeki poşete atıp, kapıyı açtı. Ozan, çalışırken bölünmeyi sevmezdi, o yüzden Leyla evinin kapısını en son ne zaman çaldığını hatırlamıyordu bile. İkinci kattaki dairelerine ağır adımlarla çıktı. Bir elinde aldığı öteberi, bir elinde çantası ve anahtarı biraz güçlükle olsa da kapıyı açtı, içeri girdi. Salona doğru geçip, “Merhaba Oz…” diyecekken kelimesi orta yerinden bölündü, elindeki poşet ve çantası yere düştü.

 Nispeten büyük bir gürültüydü ama çıkan ses bile havada asılı kalmıştı. Beraber film izledikleri, hayatı paylaştıkları, bir sürü güzel anıya şahitlik eden yeşil koltuklarında, Ozan heyecanla bir şeyler anlatıyor, kucağında yarı çıplak bir kadın aşkla onu seyrediyordu. Bu sahneyi algılayıp, ölene kadar hafızasına kazıyabilmesi için 1 saniye yeterli olmuştu. Sonrasında neler olduğu kaotik bir rüyaya; Ozan’ın söylemeye çalıştıkları ise anlamsız bir uğultuya dönüşmüştü.

 Nefes almaya çalışıyor, aldığı nefes göğüs kafesine hapsoluyordu. Gözleri en acı soğanı saatlerce ezmişçesine yansa da ağlayamıyordu. O kadının ne zaman gittiği, Ozan’ın kendini aklama çabalarında ne derece saçmalayabildiği gibi şeyleri Leyla bilmiyordu.

 İlk şoku atlattıktan sonra, yatak odasına gitti. Dolabın üstünden iki tane bavul indirdi; bu bavullarla dünyayı gezmişlerdi birlikte. Şimdiyse, bir belirsizliğe doğru yola koyulacaktı. Eline ne denk gelirse, sığdırabildiği ne varsa sığdırdı. Neyse ki infilak etmeye hazırlanan gözleri artık pes etmiş, gözyaşları bir yangını söndürmeye çalışırcasına büyük bir hızla akmaya başlamıştı. Ozan sessizce kapının kenarında onu seyretti. Bir şey söylemenin anlamsız olduğunu biliyordu, bu, onun Leyla’yı mahkeme salonundan önceki son görüşü olacaktı.

 İşte o 13 Mayıs’ın ikinci yıl dönümünün sabahına uyanmıştı Leyla bugün. Hayatının dönüm noktalarından birinin üstünden tüm gücüyle zıplamış, devam edebilmeyi başarmıştı. Daha iyi şartlar, daha iyi bir iş bulunurdu elbet ama, buna biraz daha zaman vardı. Fiziksel yorgunluğu, zihnini kemiren düşüncelere ket vuruyordu ve Leyla’nın en çok da buna ihtiyacı vardı…

Yorum bırakın