Soluk

 Ağır ağır çıkıyordu dik merdivenlerden. Duraksayarak, tıkanan nefesinin normale dönmesini bekleyerek. Önünde bir sürü basamak vardı. Bir eliyle sol diz kapağını tutup, diğer eliyle yan duvardan destek alıyordu. Göğüs kafesinin solunda iğne batıyormuşçasına bir ağrı hissetti. Biraz soluklandı. Derin bir nefes alıp verdi. Gücünü topladığını hissettiğinde tekrar başladı basamakları tırmanmaya.

 Düşündüğünden uzun oldu basamakları çıkışı. Bir, iki, üç… Biraz sonra karıştı sayılar birbirine. Nihayet bitmişti bu zorlu tırmanış. Önünde duran demir kapıyı itip, bir adım atarak dışarı çıktı. Çok yorulmuştu.

 Yüzüne vuran kış rüzgârı içini ürpertti. Üşümüştü. Birkaç adım daha atıp çatının sol köşesine doğru ilerledi. O çok sevdikleri ama eskidiği için çatıya çıkardıkları gri koltuk, öylece duruyordu çatının orta yerinde. Yorulmuş bedenini bırakıverdi koltuğa. Gökyüzüne çevirdi başını, güneş gri bulutların ardından kendini gösterme gayretiyle bir görünüp bir kayboluyordu. Gri bulutlar tüm gökyüzünü kaplarken, derin bir uğultuyla bir şeyler mırıldanıyor gibiydi sanki.

 Dizlerinin üzerinde duran ellerine baktı sonra. Kırışmış, rengi solmuş, yorgun ellerine. Ağarmış saçları, birbirine karışmış sakallarıyla bambaşka biri olduğu hissine kapıldı. Yetmiş yılı devirmişti şu koca dünyada. O da zamana yenik düşmüştü. Vücudu tüm gücünü kaybetmiş, buruşmuş, soluklaşmıştı. Derin bir yorgunluk hali gelip yüreğinin başköşesine kurulmuştu. Gözlerini kapadı. Serin rüzgârın sesi kulaklarında uğuldarken derin bir nefes alıp verdi.

 Aklına düşüverdi birden, “O”. Ne çok zaman geçmişti üstünden. Kırk beş yıl. Neredeyse bir ömür. Kumral saçlı, ela gözlü, o güzel kız kim bilir şimdi neredeydi. İnsanoğlu yaşamı boyunca en çok ilklerini unutamıyor, diye düşündü. İlk acı, ilk seviş, ilk kaybediş, ilk düşüş, ilk gülüş… Hep ilkler unutulmuyor. Unutulamıyordu.

 Zihnini tüm bu anıları anımsamak için zorlamaya devam ederken, yorgun vücudu gri koltukta yığılıp kalmıştı. Gözlerini kapayıp ilk aşkını düşlediği sırada, elini göğüs kafesinin soluna attı. Merdivenlerden çıkarken hissettiği o derin ağrı artmaya başlamıştı.

 Gözlerini açıp gökyüzüne tekrar bakmaya başladığında yüzünde garip bir korkunun, derin bir acının izleri var gibiydi. Gökyüzü kararmış, rüzgârın şiddeti artmıştı. Bir müddet sonra sağ eli gevşedi. Göğüs kafesinin solundan hafifçe kayarak gri koltuğun üzerine düşüverdi.
Gözleri kıpırtısını yitirmiş. Göz bebeklerinin ışığı sönüp, rengi solmuştu. Kış rüzgârı kır saçlarını uçuştururken, gökyüzünden dökülmeye başlayan yağmur tanecikleri, canlılığını kaybetmiş buruşmuş ellerine düşüvermeye başladı.

2 thoughts on “Soluk”

Yorum bırakın