Saadet Çıkmazı

 Senden bir şeyler sakladığımdan değil söyleyemediğimden sustum, iki hafta önce Rüstem’in orada otururken Selçuk geldi, üstü başı perişan yüzünden düşen bin parça… Sorduk, adliyeden geliyormuş, hâkim sonunda boşamış bunları, çocuk da yengede kalmış. Hiçbir şey demeden kalktık soluğu Saadet Çıkmazı’nda aldık. Bizimki ikinci dubleden sonra açtı ağzını, küfür kıyamet… Elif’ten başlayıp herkese verdi hakkını ne baba kaldı ne soy, sop. Dört kişi üç büyük rakı içmişiz o gün cila atacak halimiz kalmadı. Gidelim dedim on bin kez falan ama kimse dinlemedi. Selçuk en son Elif için orospu deyince Ahmet çekti sapladı buna, ortalık kan revan biz ne olduğunu anlamadan sokağa attık kendimizi. Necip abinin taksi ordaydı, atladık gidiyoruz ama Selçuk’un ruhu çekildi, yüzü bembeyaz. Ölme lan diyorum, ben barıştıracağım sizi boş boş bakıyor yüzüme. Neyse indirdik bunu, sedye falan filan, alıp götürdüler. İhsan’a baktım, inşallah ölür lavuk yoksa Ahmet’i elek eder. Ahmet niye bıçakladı oğlum bunu dedim, İhsan boş boş baktı, anlamadın mı hâlâ enayi, herif Elif’e kesikmiş… Gidip bulalım şunu dedim, karakoldaymış bizim çocuklar aradı yoldayken, paketlemişler bunu. Elimdeki donmuş kanı yıkıyordum, ne dayanıklı herifmiş kaç kere salladı bıçağı sayamadık.

 Meydandan dolmuşla mahalleye vardım, millet de tip tip bakıyor sanki kan görmemiş pezevenkler. Bizim yokuşun başına gelince Zeliha abla fırladı pencereden, seninkine uğra bir ara, bozulmuş sana ihmal etme, dedi. Olur, deyip sigara yaktım, hadi eyvallah, dedim vurdum yokuşa… İki nefes aldıktan sonra çekemedim, ziyan ettik tütünü. Eve girip bir yıkanayım kaç gün oldu, at gibi kokuyoruz. Façayı düzeltip peder beye izahat verdikten sonra soluğu kahvede aldım. Ortalık yangın yeri, herkes Selçuk’un mevzuyu konuşuyor. Baktım olacak gibi değil mevzular büyüyecek, Selçuk da ölmemiş iyi diyorlar, aradan uzadım Zahit abinin mekâna, abim yine jilet gibi, yumurta topuk sivri burun ayakkabılarının arkasına basmış, elinde cigarasıyla millete nutuk çekiyor.

 “Abi müsaade var mı? Durumlar baya karışık.”

 “Gel bakalım Sarı, hayırdır ne oluyor?”

 “Abi, bizim kaportacı Ahmet, Selçuk’u bıçakladı. Ahmet’i polis almış öbürü de hastanede, yaşayacak herhalde.”

 “Neden yaptı Ahmet?”

“Çıkmazdaki meyhanede içiyorduk Selçuk, Elif’e verdi veriştirdi, en son orospu deyince Ahmet çıkardı emaneti var gücüyle dayandı herife.”

 “Sarı, bu Elif Selçuk’un karısı değil mi?”

 “Evet abi, aynen dediğin gibi.”

 “Vay piç.”

 “Çok eski mevzu abi o, biz daha çocuktuk herkes unutmuştu. Muharrem amca Selçuk’un babasıyla Demiryolları’nda çalışmış yıllarca, bunlar gidip isteyince adam da verdi. Sonra da mevzu kapanmıştı. Ahmet de bir daha hiç konusunu açmadı.”

 “Muharrem amcanın haberi varsa eğer Selçuk’u beklemez kendisi gider sıkar. Ben bir kahveye geçeyim de bakayım şunlara.”

 Sonra öğrendik, Ahmet’i polis almamış, herif kaçmış, meyhanedeki lavuklar sarhoş kafayla ne olduğunu anlamadan konuşmuş. Muharrem amca da peşinde, polis gelip gidiyor mahalleye, adamlara yakalamayın onu, cezasını ben vereceğim, diyor. Araya Zahit abi de girdi, en azından bırak Selçuk çözsün mevzuyu, dedi ama dinletemedi. Ona da kalmadı, Elif’in abisi öğrenmiş yerini, Yanıklı’da bir yerde bulmuş bunu, kaldırım taşıyla öldürmüş adamı. Sessiz sakin gömdüler sonra. Aynı akşam Ali koşarak geldi, Kadriye babaanneyi hastaneye kaldırmışlar. Beş gün hastanede kaldı ben de bırakamadım tabii, ölüm üstüne ölüm geliyor, diye düşünürken çıkardılar hastaneden.

 Öyle işte, ondan önceki hafta da çalışıyordum gelemedim iki haftadır, dert üstüne dert gelince artık bizim hayatımızın normali bu deyip, koştum geldim. Doğum gününü de kaçıracak değildim, ot sarmış buraları da hep, senin sevdiğin çiçeklerden getirdim hepsini ekeceğim şu otları bir temizleyelim de… Dediğim gibi bir şey sakladığımdan değil, sen de görüyorsun oradan mevzuları.

 Yaşamakla ölmek arasındaki farkı hiç anlayamadım ben, adamı öldürdüler mesela e şimdi sevmiyor mu hâlâ Elif’i? Ya bu kadın bir gün olsun oh dememiş, hayatı ayyaşın birini beklemekle geçti, iyi bile dayandı. Yani ben de içiyorum tabii de benimki ayyaşlık değil be yavrum. Bizimkisi biraz kafamız boşalsın diye yoksa bırakacağım artık, bak Ramazan da geliyor, oruç falan derken unuturum ben o işleri. Hep dayımın işleri bunlar, bizim peder bey kokusunu bilmez ama anne tarafı sünger gibi… Dedem bir içermiş, anlatmıştım onu da.

 Zaten bu dedem yaktı benim kafayı, ben doğmadan önce ölmüş rahmetli, karaciğer yetmezliğinden. Diğerinden de sevgi görmedik, ben de hiç görmediğim bir ölüyü sevdim. Ölü dedim de yanlış anlama, sen benim her zerremde yaşıyorsun. Dedem de öyleydi eskiden, geçmiş sırtımda büyüdüm ben, sonra da sen gidince işler karıştı. Büyüdüğümde dedemi unuttum, sonra seni sevdim kanlı canlı ama sen de gittin. Ne yapalım güzelim kaderimiz böyleymiş, peder bey de arıza çıkarıp duruyor. Neymiş efendim helâl süt emmiş birini bulup… Neyse valide sultan biliyor da mevzuyu, uyandırmış pederi de. Öyle işte, ben artık gideyim, buralar cillop gibi oldu, bizim kuşçu Selim kümesi büyütecekti o çağırdı. Yok yavrum içmeyiz bu akşam, hadi eyvallah!

Yorum bırakın