Spartaküslerin Bayramı

Bende idi bunca yıllar kaddine serv-i revan
Doğrulukla kulluk ettiğiyçün âzâd eyledi (*)
(Hoca Dehhani)

 Nefesini tutmayı bilen okurlara değil sözüm, okurken nefessiz kalanlara: “York’lu Bir Denizcinin, Kendi Kaleminden, Deniz Kazası ile Düştüğü Amerika Sahillerindeki Oroonoque Nehri Ağzındaki Issız Bir Adada 28 Yılını Geçirirken Yaşadığı Serüvenler ve Korsanlar Tarafından Kurtarılması” romanını okumayan ergen kalmamıştır ancak romanın özgün adı okurunu şaşırtmıştır. Sözünü ettiğim roman “Robinson Crusoe”ydu. Eleştirmen beni bağışlasın, romanlarda ana kahramanların kaderlerini çizenlerin ikincil kahramanlar olduğuna inanıyorum ben. Robinson’da da öyle. Cuma’dır onun adı, Robinson’un verdiği ad. Basit bir yerli diye geçer; roman boyunca içim cız eder. Köle Cuma deyip neşteri vuralım. Ya zincirlere vurulmuş Kunta Kinte’yi anımsayan var mı? Alex Haley’i? Haritalarda bugün Gambiya’nın yerini gösterebilecek bir coğrafyasever? Jufureh kasabasında doğup ABD’li köle tüccarları tarafından Virginia eyaletine köle olarak götürülen Kunta Kinte’yi? Özgürlüğü için Roma İmparatorluğu’na kafa tutan Trakyalı Spartaküs’ü ve arkadaşlarını? Sonra bir dizide ünlenmiş Escrava Isaura’yı (Köle İsaura)… Unuttuk, hepimiz köleleştiğimizden beri unuttuk.

 

 Yeryüzüne ayak basan, başkalarının değilse de kendi bedeninin, aklının, dahası kalbinin kölesi olmuştur. Haydi Sartre gibi konuşalım, böylesi kişiler ayaklarındaki/gönüllerindeki prangayı kırmadıkça gölge kahramanlığa mahkumdurlar.

 

 Özgürlük çağ çağ sözlüklerde küflenmeyi sürdürür. Kul, köle, cariye… Tarihin kirli sayfalarında onlarca adla anılan köleler (kadın ya da erkek) kolay kolay azat edilememişler, başka adlarla ama yine kölelik ruhuyla boy göstermişler. İşte onlardan birkaçı: kul, esir, serf, halayık, bende, çaker, cariye, odalık, gulam, abd, keniz… Stajyer, şıllık sözcükleri bile köle sözcüğü dairesindedir.

 

 Köleliğin ayak izleri nereye kadar uzanır? Sümerlere kadar uzanıp izleyelim: Sümerler, saray ve tapınaklardaki efendileri/yöneticileri hesaba katmazsak üç sınıftan meydana gelir: Özgür doğmuşlar ve zenginler (onlara amelu ve awelam derler), özgürlüğün kıyısındakilerle köleler arasındakiler (muşkenu) ve köle olanlar (uardu). Romalıların kölelik konusundaki tavrını bir cümleye dökelim: Ağır işlerde çalışabilecek erkekleri meydanda toplayın, sağlam olan kadın ve çocukları ayırın, kalanları telef edin. Romalılarda mesleki değerlerin de önemi yoktu; ağır işlerde çalışan kim varsa (doktor, polis, öğretmen, işçi vs) kölelik statüsündeydi. Slavların soyca (haydi daha eski adıyla sclavus diyelim) has köle kabul edilmeleri tarihin cilvesidir. Serfleri de unutmayalım. Bir serfin oğlu olan Latin şairi Horatius’a da saygı duyalım.

 

 İnsanlık -Adem’i de dahil edelim-, yediden yetmişe köleydi. Gölpınarlı, “mevlâ” sözcüğünün karşılığında aklına geleni yazmadıysa cehaletin damgası alnımıza vurulsun: “Rab, yani, besleyip yetiştiren, geliştiren, amca, amcaoğlu, oğul, kız kardeş oğlu, sahip ve malik, köle, birinin izinden giden, ortak, kendisiyle ahitleşilen kişi, arkadaş, komşu, bir yere gelip konaklayan, ihsan eden, nimet veren, efendi, dost, yardımcı, bir işte tasarruf, tedbir ve velâyet sahibi.”

 

 Dünya tersine döndüğü gün -ki Spartaküs’e borçluyuz o günü-, kölelerin şansı da döner. Diderot, “Kaderci Jacques ile Efendisi”nde varoluşun kuyusunu derinden kazarken “kader ve özgür irade” kavramlarında kıyı dalgasını yayar ve ünlü sözünü karaya çıkarır: “Köle efendisini idare eder.”

 

 İslam öncesine kısa bir yolculuk yapmaya kalksak Göktürk Yazıtları’nda köleler için nasıl bir sayfa açılmıştır? Köle, kul ya da cariye sıfatları kimler için kullanılmıştır? Çok basit: Çin halkına kananlar için “kul/cariye” sözcükleri yakıştırılır. Kül Tigin Abidesi doğu cephesini okuyalım: “Tabgaç budunka beglik urı oglın kul boldı, işilik kız oglın küng boldı” (Çin milletine beylik erkek evladı kul oldu, hanımlık kız evladı cariye oldu). İslami döneme yapılacak bir yolculuk bizi ciddi yorar, yolculuk biletini iptal ettirmekte yarar var. Metin Yılmaz’ın İslâm Tarihinin İlk Üç Asrında Hapishaneler adlı çalışmasında Beyhaki’nin şu saptamasını burada anmakta yarar var: “Gerek Hz. Ebû Bekr gerekse Ömer döneminde ölüm cezası gibi ağır cezalar yerine hapis ve sürgün gibi hafif cezaların teşvik edildiği görülmektedir. Her iki halife de, özellikle kölelerin suç işlemesi durumunda öldürülmemesini; dövülmesini veya hapsedilmesini emretmişlerdir.”

 

 Divan şairlerinin (örn. Şeyhi) bendeliği (köleliği) bize yeter: “Şehâ bu Şeyhî ḳulunun var ise bin cânı/ Fidî durur yoluna çâker ise ancak ola” (Ey padişah! Şeyhi kulunun bin canı varsa senin yoluna fedadır. Köle dediğin bu kadar olur.); “Gönül bende ṭapucı cân senündür/ Ne buyursan şehâ fermân senündür” (Gönül bende/ köle, hizmetçi olan can senindir. Ey padişah ne buyursan ferman senindir.) Taşlıcalı Yahya’nın “gulam”ı “bende”den geri kalmaz: “Ağırı altun değer mahbûbdur Yûsuf gibi/ Cümle halk ol kâmeti mevzuna olmuşdur gulâm” (Ağırlığı altın değer olan Yusuf gibi sevilmiştir. Halkın tamamı boyunun uzunluğuna köle olmuştur.)

 Gulam kavramı ortaya yuvarlandığı zaman devlette önemli kademelerde görev yapan Celâleddin Karatay akla gelir ki Karatay, Anadolu Selçuklu devletinde gulamlıktan devletin yüksek makamlarına yükselmiş bir devlet adamıdır. Kutadgu Bilig’de daha mantıklı bir kölelikten söz edilir: “Evleneceksen, kendinden aşağıda derecede biri ile evlen, kendinden yüksek düzeyde olan ailelere yaklaşma, onların kızlarını almaya çalışma, sonra onların kölesi olursun.” Burada “menguş” (halka) sözcüğünden söz etmekte yarar var. Farsça mengûş, küpe ya da halka anlamı taşır. Bektaşilikte Bektaşî babalarının müridin kulağına taktıkları menguş Hacı Bektaş’a köle olmuşlara işaret eder.

 

 Tanzimat romanlarının kapısını çalsak “esaret” zindanlarında çürürüz. “Sergüzeşt”in Dilber’i onlardan biri. Kafkasya’dan İstanbul’a getirilen küçük köle kızın sağa sola savrulması. Sözde Kırım Savaşı’nda köleliğe son verilmişti. Afrikalı Kunta Kinteler Çamlıca tepelerinde meccanen sahiplerine verilir.

 

 Ey güzel kadın, unutma: Sana sadık kalmayı öğrendim, köle olmayı değil!

 

(*) Servi ağacı, yıllardan beri, yürüyen servinin yani sevgilinin boyunun kölesiydi.
O kadar doğrulukla kölelik etti ki sevgili onu azat etti.

Yorum bırakın