Bir Tinder avcısının beni bulma olasılığı aklımdan bile geçmezdi. Ne arkadaşlık sitelerine ne de evlilik sitelerine hayatımda ne baktım ne de üye oldum. Zaten evli bir kişi olarak neden bakayım ki? Ne avlamak ne de avlanmak isterim. 50 yıl önce avlanmışım yeter.
Nedense son zamanlarda Tinder avcıları gibi internet avcıları da çoğaldı. Beni bile aradıklarına bakılırsa durum vahim. “Merhaba” ile başlayan mesajlar arttı. Önce arkadaşlık kuruluyor sonra dolandırıcılık uygulanıyor.
Bu konuda yapılmış ilginç bir film var Netflix’te, adı Tinder Avcısı. Felicity Morris’in yönetmenliğini yaptığı 2022 yılında gösterime giren filmde kendini zengin bir iş adamı olarak tanıtan bir adam, zengin kadınları evlenme vaadiyle dolandırıyor. Sık karşılaştığım durumu filmde görünce epeyce gülmüştüm. Aldığım tekliflerden en ilginç olanı anlatacağım.
Mike Tyson ilk “Merhaba”sını Messenger’dan gönderdi. Hemen engelledim. Aslında yanıt vermesem de çözümlemiştim sorunu. Üzerinde de durmadım Mike Tyson, siyahi boksör beni nereden tanıyor olabilecek ki? Evlenme teklifi alacağım aklımdan geçer mi? Elli yıllık evliliğim, “En iyi şeytan, bildiğin şeytan” felsefesi ile sürüp gidiyor Allah’a şükür. Engelleyince kurtuldum sandım. Unuttum gitti derken, Mike Instagram üzerinden uzun bir mesaj yazmasın mı? “Aaaa!” demiştim.
“Siz Türkler neden bu kadar önyargılısınız? Size ne diyeceğimi biliyor musunuz da engellediniz? Yakıştıramadım,” demez mi? Türklere laf söyletir miyim? “Buyurun!” dedim tabii ve sonra, aman Allah’ım ben neymişim okudukça şaşırıyorum. Ayıp olmasın diye yazmıyorum. Zaten güzelliğim ve tazeliğim ortada. Güzel sözler söylenmez mi bana? Biraz şımararak, Türkân Şorayvari bir cevap yapıştırdım. Zaten İngilizce pratik yapmam lazım, buldum fırsatı Mike ile konuşuyorum.
“Sana beş kuruş kaptırmam. Neden Mike Tyson’ın adını kullanıyorsun? Neden benimle evlenmek isteyesin ki? Neden ben? Neden şimdi?” Daha bir sürü soru soruyorum.
Karşımdakinde ne sabır, cevap veriyor. “Nesrin, lütfen anlayışlı ol, ben Yemen’de savaşın ortasında 32 saat nöbet tutan bir doktorum. Çok yorgunum, günde 10 kişiyi ameliyat ediyorum vesaire, vesaire, vesaire.”
Mesajlar mektuba dönüştü, uzun ve çok özenle yazılmış mektuplar. Mike yazdıkça ben gramer hatası arıyorum, yaptığım işin verdiği alışkanlık. Mektuplar iyi yazılmış, dosyalanmış hazır mektuplar olabilir. Kafka Milena’ya böyle mektup yazmamıştır. Mike içinde bulunduğu zor durumu anlatıyor, bir yandan da Yemen’i… Zaten Yemen hakkında tüm bildiğim bir Yemen türküsü.
Mike’ın bütün istediği benimle evlenmek, Tanrı öyle yazmışmış. Benim de ısrarla söylediğim beni dolandıramayacağı. Bu arada evli olduğumu, çocuklarım ve torunlarımla mutlu ve umutlu yaşadığımı biliyor. Kendisinden 10 yaş büyük olduğumu, çok yakışıklı biriyle evli olduğumu biliyor. Hatta nerede oturduğumu bile biliyor. Ne şanslıymışım ama o mutsuz biriymiş, aklınca kendine acındıracak. Zavallı Mike’ın anlattığına göre karısı 5 yıl önce ölmüş, 12 yaşında bir çocukla kala kalmış. Nasıl acımazmışım ben ona. Neyse evlenme fikrini zamana bırakıyor. Ben yazmasam da o yazmaya devam ediyor.
Benim kalbim kötü olduğu için, mektuplardan parçalar alıyorum Google’da araştırıyorum, bu nereden alıntı diye bulmaya çalışıyorum. Bu arada Hikmet Aykaç da “Deli misin, dolandırıcılarla uğraşıyorsun!” diyor. Neredeyse “Aklı olan seninle evlenir mi?” diyecek ama kibarlığından taviz vermiyor.
Mike kafama takılıyor ama farklı bir şekilde. Kim bu acaba? Tanıdığım biri aklınca benimle eğleniyor mu? Hemen kontrol etme fikri doğuyor. Amerikalı arkadaşım var, Frank. Kendisiyle 10 yıldır arkadaşız. Frank 80 yaşında, arkadaşlığımız koşullu sürüyor. Aynı platformda ikimiz de dil üzerine gelen sorulara yanıtlar yazıyoruz. Kendisi gramer dışında hiçbir konuda yazışmak istemiyor, ön koşulu bu. Frank belki cevap vermez ama deneyeceğim diyorum kendi kendime.
Hemen Frank’e bir mesaj gönderiyorum ve soruyorum: “Sana bir metin göndersem, yazan kişinin Amerikalı olup olmadığını ve eğitim derecesini anlayabilir misin?” Sürpriz! Frank “Evet.” diyor. Kim bilir belki gramer hataları arayacak alışkanlıkla.
Bu arada bana Mike’dan derin mektuplar gelmeye devam ediyor ve ben şaşkınlığımdan ne diyeceğimi bilemiyorum. Frank’ten de cevap geliyor; “Nesrin, bu adam kesin Amerikalı değil, doktor da değil, en fazla 6 yıllık eğitim görmüştür, kullandığı kelimelerden belli. Seninle evlenip Amerika’ya yerleşmek isteyen bir fırsatçı olabilir,” diyor. “İyi de Frank, ben Amerikan vatandaşı değilim ki?” diyorum. Meğerse Frank beni Amerika’da yaşayan bir Türk sanıyormuş. Hiç değilse yanılmadığımı anlıyorum.
Nihayet beklenen gün geliyor. Mike benden küçük bir ricada bulunuyor. “Bana 5.000 dolar borç verir misin? İzin formu almam için bu paraya ihtiyacım var, en kısa zamanda sana geri ödeyeceğim,” diyor. Ben de ona diyorum ki, “Ama Mike, ben sana beni kandıramayacağını, sana para kaptırmayacağımı söylemiştim.” Hemen Mike’ı engelliyorum. Ben kazandım işte, ha ha ha… Tinder Avcıları adlı filmin sonunda kadın parayı göndermişti, ben göndermedim.
Mike beni kaçırdığına kesin üzülmüştür, evlenmek için değil tabii, dolandırmak için.