Son Üç Gün

 Ve yine eylül geldi. Sen yanımda olsaydın…Mevsimler dönüyor, seneler değişiyor, günler birbirini kovalıyor. Güneş açısını çoktan değiştirdi. Artık ışık değil hüzün yağıyor her yere, keşke yanımda olsaydın… Kocaman bir damla gözyaşı oldu zaman, akıyor durduramıyorum. Sen yoksun…

 Haftalardır çırpınıp feryat eden deniz bile duruldu. Kalbimin kıyılarını ölü dalgalar yokluyor. Gelen sonbaharla birlikte kâinatı sarı bir sarsardır kapladı. Ansızın dünya başıma yıkıldı. Enkazın altından çıkamıyorum. Yıllar geçti. Gel kurtar beni, ya da…

 İşte vakit geldi. Bir mevsimlik duraktayım. Eylül’de Gel * diyen şarkıdaki gibi çalışma odamızın kapısındayım. Anahtarı yuvasında döndürüyorum. Aylardır kullanılmayan kilidin tutukluk yapmasıyla, yorgun yüreğimin atışları ritmi bozuk, hüzünlü bir ezgiye dönüşüyor. Kapının dışında kalmaktan korkuyorum. İnce bir sızı dolaşıyor bedenimde… İşkence ediyor görünmez eller, demir parmaklıklar saplanıyor kalbime. Ruhum kuş misali süzülüyor eylül göklerinde. Seni çağırıyor duyuyor musun? Kuzey! Kuzey!

 Son bir umut, bitmez bir telaşla anahtarı çeviriyorum. Ve kapı açılıyor ardına kadar. Bir anda geçmişin büyülü havası yorgun bedenimi esir alıyor. Zaman tünelinin başındayım, üç ay sürecek kutsal tören, sonsuz hazan başlıyor. Hatıralar dökülüyor yaprak yaprak…

 “Yıldız!” diye sesleniyorsun zamanın ötesinden ve ben senin sesine meftun olmuş deli divane, ışığa sevdalanmış küçücük pervane gibiyim şimdi. Geçen yılları bir kalemde siliyor, yıldırım hızıyla, seni gördüğüm o güne dönüyorum.

……………

 Üniversiteli olmanın coşkusuyla geldiğim bu şehrin sokaklarında tehlikeli oyunlar kuruluyordu an be an. Gencecik bedenler kötücül, karanlık düşünceli yığınların hedefindeydi. Şehrin en geniş meydanında seni gördüm. Sesini duydum kalabalıklara seslenen, sevgi dolu, hak arayan, eşit bir dünyada yaşamak isteyen sesini… Şiir gibi yaşamak isteyen, şiirler okuyan sesini…

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zapt edeceğiz
güneşin zaptı yakın! *

diyerek bitirdin konuşmanı. Kalabalık grup hep bir ağızdan söylediklerini tekrarlıyordu: “Güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı yakın!”  Umutluydun, mücadele, damarlarında akan kan giydi. Mutlu yarınlara yürekten inandığın öyle aşikardı ki senin yanında olmamak doğaya aykırıydı.

 Okulun kantininde yaptığın konuşmadan sonra tanıştık. “Merhaba, Kuzey ben.” dedin. “Ben de Yıldız.” dedim. Yazgısı her daim doğru yönü gösteren “Kuzey Yıldızı” oluverdik. Yıldız ve Kuzey’in aşkı dolaştı dillerde, yayıldı evrene, mutlu bir şarkı olacakken, hüzünlü ritimler karıştı ezgiye…

 Hızlıca kalın kadife perdeleri açtım. Puslu sonbahar güneşi bile gözlerimi kamaştırmaya yetti. Odamız, seni aldıkları o günkü gibi duruyor. Dağılan oda gibi dağılan biz, kitaplarımız, yazdıkların, sevdiklerin, fotoğraflarda sevgiyle bakan hayat dolu gözler…

 Senden sonra bütün sonbaharları bu odada geçirdim. Özleyerek, ağlayarak, pişmanlıklarla kavrularak, tekrar çok özleyerek, yazdıklarını okuyarak, fotoğraflarınla konuşarak kaç sonbahar geçti sayamadım. Sararan yapraklar tek tek düştü dallardan. Ağır çekim bir hüzün ömrüme yavaşça sokuldu. Yağmurun ritmiyle yaprakların rüzgarla dansı başladı. Dünya içli bir ressamın fırçasından dökülmüş sepya bir tabloya dönüştü. Keşke sen de görseydin.
Ama bu sonbahar beni zorlayacağa benziyor. Yorgun bedenim, ondan daha yorgun ruhum, az gören gözlerimle eylülden ekime, oradan kasıma akacağım… Yıllar yılı hiç değişmeyen hazan seremonisi başlıyor. Kulaklarımda uğultulu bir çigan*, gerilen teller ha koptu ha kopacak, derken gayri ihtiyari masaya oturuyor gençliğin ve mücadelenin coşkusuyla kaleme aldığım günlüğün sararmış sayfalarına dalıyorum. Yer yer gözyaşlarıyla ıslanan sayfalarda hikayemiz ağlıyor…

 09 Eylül 1979 / Pazar 12.08
 Üç gün sonra evleniyoruz. Henüz hiç kimse bilmiyor, sadece o ve ben, biz biliyoruz. Gökteki yıldızlar şahidimiz olsun ki biz çok mutlu olacağız. Son üç gün…
……………

 12 Eylül 1979 / Çarşamba 09.30
 Beklediğimiz gün geldi çattı. Ben anneme ve babama haber verdim. Bizi yalnız bırakmayacakları için çok mutluyum. Gencecik ömrümüzün tüm ayrıntılarını bilen arkadaşlarımız Canan ve Ali nikah şahitlerimiz oldular. Kuzey, babasını çok küçük yaşta kaybetmiş. O da annesine haber verdi. Nikahta tanışacağız. Heyecanımın tarifi yok.

 Saat 13.30’da Kadıköy Evlendirme Dairesi’nde olacağız. Ey hayat! Aç kucağını sarmala bizi, Kuzey ile Yıldız sana geliyor…
……………

 01 Ocak 1980 / Salı 12.10
 Birlikte kutladığımız yeni yılın ilk günü… Kaygılarımız var ama biz başaracağız. Mutlu güzel günler ve yarınlar çok yakın. İnanın çok yakın…

……………
 19 Mayıs 1980 / Pazartesi 06.05
  Çok tedirginim! Günlerdir gözüme uyku girmiyor. On beş gün önce Kuzey’i alıp götürdüler. Kalem tutan ellerine kelepçe vurdular. Ben engel olamadım. Çalışma odamızda yaptıkları aramada kitaplardan başka hiçbir şey bulamadılar.

 Metris’ in önünde nöbetteyim, onu göstermiyorlar…
……………
12 Eylül 1980 / Cuma 21.00
 Bugün ilk kez Kuzey’i gösterdiler. Aman Allah’ım! Hiç konuşmadı…

 Gözleri bilinmez bir boşluğa takıldı kaldı. Gömleğinin yırtık kenarından vücudundaki morlukları gördüm.

 Bugün bizim birinci evlilik yıldönümümüz. Kuzey’in suçsuzluğunu kanıtlamak için avukatımız aylardır uğraşıyor ama, bütün çabaları sonuçsuz kaldı. Ne yapıp etmeli onu kurtarmalıyım. Çok özlediğim Kuzey’i böyle yıkık, böyle suskun görmek kalbimi kanatıyor. İnce bir sızı dolaşıyor bedenimde. İşkence ediyor görünmez eller, demir parmaklıklar saplanıyor kalbime…

……………
 Günlüğümü masaya bırakıp duvardaki resimlerine saatlerce baktım. Birer yıldız gibi ışıldayan gözlerinde yarınları görmek umuduyla baktım. Sonra, kendi kendime “Bu ne yaman çelişki!” dedim. 12 Eylül günü birleşen hayatımız bir başka 12 Eylül’de sonsuza dek ayrıldı. Mutlu olmak için yemin ettiğimiz o günü düşündüm. Sonra yine yokluğun kırbaç gibi bilincimde şakladı. Bağırarak ağlamamak için dudaklarımı ısırdım. Engelleyemediğim göz yaşlarım acıyla yanaklarımdan süzüldü…

 Kuzey’imi bir daha hiç göremedim… “Bu bitimsiz sızıya nasıl dayanacağım?” diye düşünürken, ansızın, onun bir eylül göğünde kuş misali uçtuğunu duydum. Mezarını bulamadım. Toprağına yüz süremedim. Yokluğuna nedenler buldum. “Zaten gökyüzüne sevdalıydı, Kuzey’deki yıldızının yanına gitmiştir” dedim. Ansızın dönersin diye gizlice bekledim, avuttum kendimi… Yıllar acımasızca geçti gitti, kor gibi yakan özlemin beni hiç terk etmedi.

 Aşkın ve mücadelenin Kuzey’i biricik sevgilim, beni yerde bırakıp gökte Kuzey Yıldızı oldu yolunu şaşıranlara. Yıllar yılı bu ülkede hayat durdu. Sonsuz bir hazandır başladı. Bütün ağaçlar döktü yapraklarını…

*“Eylül’de Gel” Alpay 1987/ “Hayalimdeki Resim” albümünden.
*Nazım Hikmet RAN, “Güneşi İçenlerin Türküsü” şiirinden.
*Çigan, Macar folklorundan gelişmiş özel yaylı sazla çalınan hareketli halk müziği.

3 thoughts on “Son Üç Gün”

  1. Bukadar buyulu kelimenin yanyana gelip boyle hisli cumleler olusturmasina,ordan cikip yuregimize ok gibi saplanmasina saskinim..
    Bir nevi bir buyu olmali bu…
    Iciinde barindirdigi anlam ise senin de dedigin gibi zamanlari durduran,zamansiz bir aci….
    Ve ben arkadasiim olmadan onur duyuyorum..
    Kelimeleri buyuleyip,onlari dansettiren arkadasim💜🌷

Yorum bırakın