Kokular güzeldi. Sanki dünyanın en güzel kokulu yemekleri bu mutfakta pişiyordu. Bu kokular insanın karnını acıktırıyor, iştahını kabartıyor, hatta ağzının suyunu akıtıyordu. Her gün bu kokuların içindeydim ama bu akşamki, sanki bambaşka bir şeydi.
Ben tabakları Ali’yle masaya yerleştirirken Nevzat da çatal, kaşık ve bıçaklarla uğraşıyordu. Sıra peçetelere geldi ve onları da dikkatli bir şekilde tabakların yanına, çatal, kaşık ve bıçakların altına özenle yerleştirdik. Biz hazırdık.
Mutfaktaysa telaşlı bir hazırlık vardı. Aşçıbaşı Hasan Usta, etrafındakilere sürekli emirler yağdırıyordu. “Çorbayı karıştırın!” diye bağırıyordu ki köşkün bu büyük mutfağına Latife Hanım girdi. Öğlenden beri sık sık yemek salonu ve mutfağa gelmişti. Gene onlardan biriydi. Yemekle ilgili son bilgileri aldı. Ayrılırken tüm yemeklerin durumunu ayrı ayrı sordu. “Hasan Usta, Hünkar Tarhana Çorbası çok güzel olmalı!”, “Marmarinanın ıspanaklarını iyi yıkadınız, değil mi?”, “Saray Kebabı’nın tavukları iyi pişti mi?”, “Helvanın kaymağını iyice karıştırdınız mı?” sorularını her mutfağa gelişinde mutlaka sorardı. Son gelişinde ise Hasan Usta’yla sadece yüz yüze geldiler. Hasan Usta “Hazırız.” dedi sadece.
Hasan Usta, Latife Hanım’ın mutfağı terk etmesiyle yeniden emirler yağdırmaya başladı. Yanımda benim gibi, heyecanla çevreyi izleyen Ali’yi dürterek “Ali, bu yemek neden bu kadar önemli?” diye sordum: “Paşa bu akşam çok önemli misafirler ağırlıyor.” dedi.
Hasan Usta, mutfağın kapısından içeri kafayı uzatan bir görevlinin komutundan sonra “Haydi arkadaşlar!” diye bağırdı. Aslında tüm mutfaktakiler görevlerini iyi biliyordu. Yemekte kalabalık misafir olunca, bu telaşı hep yaşardık. Bu da o günlerden biriydi. Herkes kendi yemeğinin başındaydı. Birazdan servise başlayacaktık. Biz, daha çok yemek servis edenlere yardımcı oluyorduk. Tencereyi taşır, boş tabakları toplardık masadan. Sürahileri sürekli dolu tutmaya çalışırdık.
Yemekler servis edilmeye başlamıştı. Yemek salonuna iki kere girmiştim. Üçüncü de gene eksik bir bardağı götürürken masada oturanlara baktım. Hepsi ciddi insanlardı. Hepsinin suratından, aslında yemeğin sadece bahane olduğunu seziyordum. Çünkü birbirlerinin sözünü kesmeden sıra ile konuşuyorlardı. Hepsinde, büyük işler başarmış lığın gururu vardı. Birbirlerini dikkatle dinliyorlardı. Bazen konuşmalar hararetlense de Paşa hep müdahale ediyor, o hararet yeniden dinginliğe bırakıyordu yerini.
Dikkatimi çeken, Paşa konuşurken ya da konuştuktan sonra kimsenin itirazı olmuyordu. “Haklısın Paşam.”, “Çok doğru söylediniz.”, “İyi düşünmüşsünüz…” gibi sözlerle onaylanıyordu. Yemek salonuna her girişimde, oturanlardan bazılarının isimlerini de duyup, öğreniyordum. İsmet Paşa’yı zaten tanıyordum. Yanındaki Fethi Bey’i de tanırdım. Sık sık gelirdi köşke. İsmet Paşa’nın konuşması sırasında karşısında oturan Kazım Paşa söze girmiş ve İsmet Paşa’ya “İsmet Paşam bu söylediklerinize katılmıyorum.” diye sesini yükseltmişti. O sırada salon buz kesmişti. Kazım Paşa’nın yanında oturan Kemalettin Sami Paşa küçük bir espriyle havayı biraz yumuşatmıştı. Masanın ucuna doğru karşı karşıya oturan, Halit Paşa ve Fuat Bey, çok fazla konuşmuyorlardı. Sanki sadece dinlemeye gelmişlerdi. Konuşulanlara ne onay veriyorlar ne de itiraz ediyorlardı. Paşa, masanın başında oturmuş dikkatle herkesi takip ederken, yemekte Fethi Bey’in istifasını herkes onaylayarak kabul etti. Fethi Bey önce itiraz edecek gibi oldu, ancak herkes bu kanıda olduğu için hiçbir şey söyleyemedi.
O akşam masadakilerin yüzlerinden, hepsinin heyecanlı olduğunu sezebiliyordum. Hatta bir ara mutfağa gittiğimde orada da herkes, bu akşam önemli bir şeyler olacak tahmininde bulunuyordu. Ali bana “Bu akşam seçimle ilgili kararlar alınacakmış.” dedi. Evet, heyecanın sebebi belki de buydu. Ama ben, öğlenden beri özellikle Latife Hanım’ın hep yanındaydım. Çok telaşlı ve heyecanlıydı. Yemekteki menü bile özenle seçilmişti. Bir ara Hasan Usta, Paşa’nın aslında kuru fasulye ve pilavı çok sevdiğini, ancak bu akşam için tarhana çorbası, marmarina, saray kebabı ve helvai hakani den oluşan menüyü özellikle belirlediklerini itiraf etmişti.
Artık içeri giremiyordum. Konuşmalar iyice ciddileşmişti. Salonda sadece Paşa’nın sesi duyuluyordu. Mutfaktaki gürültüden içerideki sesler çok anlaşılmıyordu. Ben bir anda kendimi kapıya yakın bir yerde buldum. Benden başka herkes işiyle uğraşıyordu. O sırada yemek salonundan bir tabağa vurulan kaşığın sesini duydum. Kulaklarımı sesin geldiği yere doğru kabarttım.
Paşa gür bir sesle: “Beyler!” dedi. Çok heyecanlı olduğunu sesinin tonundan anlayabiliyordum. O anda içerde olmayı her şeyden çok isterdim. Karşısında O’nu dinlemek için her şeyimi verirdim diye düşündüm. Ama sadece sesini duymakla yetinecektim.
Yemek salonunda ondan başka kimsenin sesi çıkmıyordu. “Efendiler, yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz!” deyince salondaki sessizlik bir süre daha devam etti. Sonra aniden herkes bağırıp çağırmaya başladı. Gülme seslerinden herkesin sevinçli olduğunu anlıyordum. Sevinç sesleri kesilince bir süre daha sessizlik oldu. Paşa bu süreyi kısalttı ve konuşmasına devam etti. Ben sonraki konuşmaları hiç merak etmedim. Doğruca mutfağa, Hasan Usta’nın yanına koştum. Onu ocağın yanında oturmuş buldum. Günün yorgunluğunu çayla almaya çalışıyordu.
“Hasan Ustam, Hasan Ustam!” diye bağıra bağıra yanına vardım. “Hasan Usta Cumhuriyet ne demek?” diye sordum.
sen bir orospu cocugusun
child porn
deneme bonusu veren siteler