Arapsaçı

 Bahar yüzünü gösterdi, ama dışarısı hala buz. Pencere kenarında, gelen geçeni izliyorum. Çay sevmesem de beklerken yudumluyorum bir tane.  İçerisi tam bir curcuna. Yağmurdan kaçanların sığınağı olmuş bu minik mekân.

 Sabah Ali aradı iş yerinden. Bu akşam mesai çıkışı burada buluşalım diye, bir sürprizi varmış. Gecikti, hava kararıyor. Beklemek kötü. Biliyorum bekletmez beni, iş hali tabii; onunki özel banka. Hoş, devlet olsa ne yazar! Banka bankadır. Hesap kitap yapılacak. Kasa tutturulacak ve sonrasında herkes hep birlikte şubeyi terk edecek. Bizim iş erkenden bitti, demek o, hala hesap derdinde.

 “Ne var, yaşlı kadın, gidelim ziyaretine, ne olacak?” Sağ çapraz masadaki adamdı bu, otuzlu yaşlarında, sırtı bana dönük. Kadına takıldı gözlerim. Başını hafif sağa devirmiş, yağmuru seyrediyordu gözleri donuk. Oralı değildi, gözler camda, konuşulanlara duyarsız. “Kime diyorum, hoop?” Sessizlik. İşi gücü bıraktım, beklemeye heyecan katıyorum, hafif sağa eğilerek diyalogun devamını bekliyorum. Kadın kıpırdandı, sol bacağını sağın üzerine atarak adamdan biraz daha uzaklaştı. Sessizlik.

 Gelse artık, karnım gurulduyor. Pencere iyice buğulandı. Peçeteyle siliyorum biraz, olmadı; elimle iyice berraklaştırıyorum. Avuç içinden büyükçe bir pencere açıyorum camda. Dışarısı daha net şimdi. Sevmiyorum bu zaman dilimini: Gün ışığının karanlıkla yer değiştirdiği yirmi otuz dakikalık bu bölümü. Hep hüzünlendirir, öğrenciliğimden, bekli de çocukluğumdan beri. Hızla koşturanlara takılıyor gözlerim, sağa sola, çoğu şemsiyesiz. Hazırlıksın yakalanmışlar besbelli nisan yağmurlarına.  Süslü bir kadın, gazeteyi başına koymuş hızla adımlıyor. Kendince koruyor röflelerini. Gidenler, gelenler… Film sahnesi, hızlı çekim.

 “Ehh, ama…” Ses yükseldi adamda. Hızla kalktı, kasaya. Ödemesini yaptı kapıya yönelirken kadın toparlandı, peşi sıra. Adamın kolu kapıya uzanırken kadın ensesinde bitti. Omzundan ittirip, iki eli yanda “nereye, n’oluyoruz?” gibisinden (tabii ki artık duymuyordum onları) çıkıştı. Birlikte terk ettiler ortamı. Kimdi yaşlı kadın? Adamın annesi, teyzesi ya da kadınınkilerden?

 Dalmışım, gözüm kapıda. Daha kapanmadan, içeriye… İrkildim. Hayda, bu bizim “sarışın” değil mi? O da ne, Ali de arkasında. Arapsaçı…

 “Merhaba, Ooo, gelin, buyurun.” Üçüncü sandalyeyi yan masadan (gidenlerin) çektim. Bahar kokusu, ot. Farklı. Dere kenarlarında üzerine basıp ezdiğimiz yaprakların kokusu. Üniversiteden, kız arkadaşımdan hatırlıyorum ben bu deodorantı. Hatırlamak ne güzel! Ya da unutmak ne mümkün. İçime çekiyorum, o günleri, arkadaş grubumuzu, gezmeyi, tozmayı… Gözlerim kapanıyor. Yarım saniye mi, dakika mı… Açıyorum. Sarışının gözlerindeyim. İrkiliyorum. “Bilirsin, banka işleri… Bir de şube müdürü çıkışta bekletti hepimizi.” “Sarışına” dönerek, “İlk günden Serap’a da ayıp oldu.” “Tanıştırayım, en yakın arkadaşım, ta üniversiteden, Orhan… Bu güzellik de Serap, dün akşam tanıştık. İşte sürpriz!” Bir eliyle (hayır, parmak uçlarıyla) omzuna hafifi dokunuyor, diğeriyle de beni sarmıştı kocaman.

 Şimdi öyle ayaktayız “sarışın”la. Kaç hafta aynı kurumun sergilerine, kokteyllerine katılmıştık da aramızda ciddi bir elektriklenme oluşmuştu. Onlarca kez sergilenen eserleri değil de birbirimizi izlemiştik. Ya o kaçamak bakışlar, göz göze kilitlenmeler… Ali de üstelemişti.“Aaa, yeter ama artık, açıl kıza, konuş! Böyle uzaktan uzağa, çocuk gibi, ne o öyle?” demişti. Dün akşam konuşacaktım da…

 Bir başka randevum olduğu için ben gidemedim. Ali yalnız gitmişti.

4 thoughts on “Arapsaçı”

Yorum bırakın