Obur Dünya

 -Lütfen bu yazıyı aç karnına okumayınız, yemeklerden sonra bünyenize alınız.-
 İnsanoğlunun yemeğe olan tutkusu, pek öyle yabana atılacak şey değildir. İçinde çok fazla tecrübe ve anı saklıdır. 
 Bu akşam ne pişirsek diye düşündüğünüzde internet bağlantısı olan bir yerdeyseniz ilham alabileceğiniz o kadar çok veriye erişiminiz mümkün ki bu kadar fazla kaynakla boğulmamak elde değil. Gerçekten ne yemek istediğiniz ile ilgili bir fikriniz yokken bu araştırmaya girerseniz eğer, harcayacağınız bu sürede hiçbir şey pişiremeyip üstüne üstlük iyice acıkarak sonunda dışarıdan bir sipariş vereceğinize bahse girebilirim.
 Peki bundan binlerce yıl önce yaşayan insanlar, aç kalınca yiyecekleri şeyleri ne şartlarda bulmuşlar? Ya da tüm bu yiyeceklerin ve tariflerin keşiflerini nasıl yapmışlar sorusu aklınıza gelir mi zaman zaman? Benim çocukken en merak ettiğim konulardan birisiydi bu mesela; anlaşılan daha o zamandan nasıl bir obur olacağımın sinyallerini vermiştim. Annemin mutfağındaki gözlemlerimle başlayan bu eğlenceli ve bir o kadar da lezzetli süreç, daha sonra ailenin büyüklerinin ve komşu teyzelerin “spesiyal” yemeklerini yemek için toplanılan sofralarda devam etti. Çocukluk spesiyallerimden bazılarını kulağınıza fısıldayayım mı? 
 Annemin zeytinyağlıları ve başta olmak üzere, kulakları ağır işiten Naciye Hanım Teyze’nin bol cevizli düdük mantısı, Emine Teyze’nin etli yaprak sarması, Gülhiz Teyze’nin mücveri, Semra Teyze’nin kısırı ve patates salatası, Ayten Teyze’nin el açması mantısı, Aysel Teyze’nin elmalı kurabiyesi, Nezihe Teyze’nin ballı helvası ve tarhunlu çorbası, Güner Yenge’nin şipşak un helvası, Selma Teyze’nin karalahana sarması, Teyzem Saadet‘in Çerkes tavuğu, midye pilakisi, domatesli-beyaz peynirli-salçalı tostu ve el yapımı vişneli-ahududulu bayram likörü, babaannem Necla Hanım’ın salçalı tavuğu, anneannem Sevim Hanım’ın bayramlarda yemeğe doyamadığımız kuzu etli nohutu ve daha hatırlayamadığım kim bilir ne lezzetler ne güzel insanlar…
 Bunların hazırlanması kadar bazılarının yenmesi de ritüeldi. 
 Naciye Hanım teyze İtalyan Nonna’larının gördüğüm ilk Türk örneğiydi. Kaleme tek tek sardığı el açma hamuru kısa şeritler halinde keser, sıcacıkken üzerine bol ceviz ilave ederek “düdük mantısı” yapardı. Şimdi “penne” diye yediğimiz kalem makarnayı tazecik yerdik onun elinden. Selma Teyze’de karalahanayı hazır sarılmış yemezdiniz mesela. Bulgur, maydanoz, nane, nar ekşisi ve türlü baharattan oluşan iç harcı ile yapraklar ayrı tabaklarda servis edilir siz ellerinizle keyfekeder sarardınız. Tokat bat yemeğinin bir türevi olduğunu sonra öğrendim bunun. Yemeğe elle dokunmanın ayrı güzel olduğunu Japonlarda görmeden önce burada tecrübe ettim diyebilirim. Selma Teyze o zaman diploma vermediğinden, Japonların “temaki” dedikleri “el sarması” sushiyi daha ilk denemede büyük başarıyla sarıp lüpletmemin altında yatanın henüz beş-altı yaşında aldığım bu uygulamalı kurs olduğunu Japonlar bilmiyor tabii.
 Çocukluk anıları böyledir bazen, o sandığın kapağını bir kez araladığınızda üzerinize atlayası gelir hepsinin peşi sıra… Daha neler anlatacaktım size oysa, onlar da bir sonraki yazıya kalmış olsun…

Yorum bırakın