-Lütfen bu yazıyı aç karnına okumayınız, yemeklerden sonra bünyenize alınız.-
Puglia… Bir büyük çizmeye benzeyen İtalya’nın Adriyatik’e bakan kıyılarının, yani çizmenin topuğunun olduğu bölge. Çocukluk yazlarını Ege’de geçirmiş benim gibi bir zeytin aşığı için muhteşem bir coğrafya.
Ne zaman zeytini ile meşhur bir başka Akdeniz şehrinde olsam ister istemez bir karşılaştırmaya giriyor zihnim. Acaba onlar neyi bizden daha farklı, daha iyi yapıyor? Biz daha iyi olamaz mıyız?
Burada daha iyi yaptıkları şeyin, sadece geçmişi aslına uygun bir şekilde korumak olduğunu gördüm. Bu kadar basit. Ama bir o kadar da zor.
Eskiden geleni çok iyi korurken üzerine bir kat daha koydukları bir kültürleri var. Masseria kültürü. Masseria şu: alabildiğine büyük bir zeytinlik ve içinde bu zeytinliğin sahibi yani toprak ağasının oturduğu bir villa. Ne var şimdi bunda bizde de çok var, derseniz işkembe-i kübradan sallıyorsunuz, diyeceğim kusura bakmayın. Bizde zeytinlik çok belki, içinde çok büyük olmasa da villası olanı da mümkün. Ama şimdi anlatacağım turizm mantığı yok. Bu villayı butik otele çevirip aynı villada bir de kaliteli restoran kondurmuşlar. Mesela Edremit Körfezi’nde bu mantıkla konuk ağırlayan bildiğim yerler bir elin parmağını bulmuyor. Olanların da arazisi nispeten küçük.
Zeytinlik ile villada konaklamakla bitmiyor zaten kültür dediğim. Asıl olay şu: burayı geziyor, isterseniz burada zeytin hasadında ve zeytinyağı üretiminde çalışıyor, bu büyük villaların güzel odalarında kalıyor, eski üretimhane ile şimdikini yan yana görüp karşılaştırabiliyorsunuz.
Zeytinlere nasıl bakım yaptıklarını görünce bu duruma bile hayıflanmamak mümkün değil. Dipleri tertemiz, bu kırmızı halıya uzanıp uyuyası geliyor insanın. Öyle çeri çöpü atmalarını bir kenara bırakın, neredeyse dibinde yabani bir ot bitmesine bile izin vermiyorlar.
Bazısı michelin yıldızlı olan bu Masseria restoranlarında şahane şaraplarla mükellef sofralar kurabiliyorsunuz.
İtalya’da kırmızı şaraplar hep daha öndedir bana göre. Puglia’nın ise kırmızı Primitivo’su kadar rosesi de çok iyi. Susumaniello ve Negroamaro, Puglia’nın rosato olarak denenmesi gereken iki üzümü. Beyazlardan Verdeca (Masseria li Veli’nin Askos’unu denemeden geçmeyin) buraya özgü ve meşhur mor karidesle çok yakışıyor.
Peynirin ise en güzel örnekleri burada. Provola’nın ve Stacciatella’nın karşı komşusu olan bir bölgedesiniz. Bu bölgenin de onlar kadar bilinmeyen bir Capasone’si var ki denk gelirseniz kaçırmayın. Yarı sert bir lor, inek sütünden yapılıyor ve mağaralarda asılıp uzun süre bekletilerek olgunlaştırılıyor.
İtalya’nın her bölgesinin makarnası kendine özgü şekilde ve farklı soslarda servis edilir. Burada en meşhur makarna tipi ise orecchiette yani küçük kulak. En yaygın hali de brokoliye benzer rapini soslu olanı “alle cime di rapa.”
Masserialarda ürettikleri zeytinyağını da şu an, ne yazık ki kendi memleketimizde üretilenlerden (ödüllü, uzmanından tavsiyeli olanları geçtim, bilindik üreticilerden) daha ucuza alabiliyorsunuz.
Zaten bu yaz turizm kan ağlıyor diye çıkan haberlerin asıl kaynağı tam da bu. Hizmet bizde şahane belki, masaya oturmadan kapılarda karşılanıyorsunuz, reveranslarla uğurlanıyorsunuz. Ama kalite ve fiyat o kadar dengesiz ki… Bu nedenle vize sorununu çözebilenler hemen soluğu Yunanistan’da, İspanya’da veya İtalya’da alıp hem güzel bir denize giriyor, hem gönlünce yiyip içiyor, hem de daha az ödüyor.
Gündoğarken’in şarkısındaki gibi… Bir yaz daha geçiyor…
Bizim kıyılar bize kaldı, sevinsek mi yoksa üzülsek mi?