Kapının Ardı

 Yıllardır bu odada yaşıyordu. Her yıl, yalnızca bir kez ziyaretine geliyordum. Çok uzun sürmüyordu bu ziyaretler. Sıklıkla onun üstü kapalı kovmalarıyla sonlanıyordu. Çıkarken “yine gel” demeyi de ihmal etmiyordu. Biliyordum, gelişimden duyduğu rahatsızlıktan büyüktü hiç gelmeme ihtimalimin yarattığı korku. Sözleştiğimiz saatte kapısındaydım. Yine de açması için kapıda üç dakika beklemem gerekti. Kapıyı sıkılganlıkla açtı. “Buyur!” dedi, davetsiz bir misafirmişim gibi. Alışkındım bu hâllerine. Hiç sıkılmadan geçtim içeri. Sehpayı her zamanki gibi hazırlamıştı. Tam vaktinde geleceğimi bilmenin güveniyle iki bardağa çay doldurmuş, kendisinin oturacağı taraftaki çayın birazını içmişti. Bu onu, kimin nereye oturacağına dair tuhaf diyalogdan kurtarıyordu. Bu defa kurabiye yerine kek pişirmişti. Sessizce yerlerimize geçtik. Ben çayımdan büyük bir yudum aldım. Durumları eşitledik. Etraf geçen yıla göre biraz daha tozluydu. Belli ki sessizliği paylaşma süremiz de artmıştı. Bu defa o başlattı.

“Şu kapının ardını görebilmek için neler vermezdim!”

“Neler vermezdin?”

“Yani lafın gelişi işte, birçok şeyi verebilirdim.”

 Yine sessizlik. Lafın nasıl öyle geldiğini sorgulamaya başladığımda öfkeleniyordu. Öfkesini ikiye bölmenin işe yaradığını da yıllar içerisinde öğrenmiştim.

“Neleri vermezdin?”

“Ne?”

“Kapının ardını görebilmek için neleri vermezdin?”

“Kapının ardında görebileceklerimden daha kıymetli olanları vermezdim tabii.”

 Nelerin daha kıymetli olabileceğini anlatmak ister gibi iştahla bir çatal aldı kekinden. Aynı iştahla çayından peş peşe iki yudum içti. Tutamadım kendimi.

“Bilemezsin ki.”

“Evet bilemem. Kilitli bu kapı benim için. Sırf kapıya anahtar olsun diye harcayamam elimdekileri.”

 Konuyu kapamıştı kendince ya da zaten yıllar önce kapanan bir konunun noktasına basıyordu. Onu tanıdım tanıyalı çıkmamıştı kapının ardına. Her şeyi evde yapıyor, ihtiyaç duyduğu her şey evine geliyordu. Ben de ihtiyaç duyduğu şeylerdendim. Yeterli düzeyde sessizliği paylaştırarak karşılıyordum bu ihtiyacı.

“Kapı açılsın diye neler yaptın bugüne kadar?”

“Birçok şey.”

“Neler?”

 Haddimi aşmıştım. Tek seferde bitirdi çayını, kalktı, mutfağa gitti. Beş dakika geçti, gelmedi. On dakika geçti, gelmedi. Kalktım, ben de mutfağa gittim. Mutfak masasında oturmuş çayını içiyordu. Tam salona dönmek üzereyken seslendi arkamdan.

“Görmeyi çok istiyorum.”

“Söylüyorsun bunu.”

“Söylediğime göre yapıyorumdur bir şeyler.”

 Üstelemedim. Salona geçtim. Ancak bu defa sessizlik değildi ihtiyacı. Üstelemeyişimden rahatsız olmuş, elinde çayı peşimden gelmişti.

“Bak mesela şimdi sana anlatıyorum.”

“Eee?”

“Seni derdimden haberdar ediyorum işte, sen şimdi anahtarı görsen bana söylemez misin?”

“Herkesin anahtarı kendine. Benim bulduğum anahtar senin kapını açmaz.”

“Sana da kesin birileri kapının altından iteklemiştir anahtarını. O kadar kolay değil. Zaman mı var sanki? Sekiz saat uyumam gerek benim. Yoksa o anahtarı görsem de tanıyamam ben. Sonra mesela sabah güzel bir kahvaltı, üzerine de güzel bir kahve gerek ayılabilmem için. Şu olur olmadık yerden havalanan toz da engel mesela. Genzime doluyor, öksürmekten bakınamıyorum.”

“Nasıl gider bu toz?”

 Sessizlik.

“Süpürsen gider belki.”

 Sessizlik.

“Süpürüyor musun?”

“Nasıl süpürebilirim ki, ertesi gün pencereden yine toz dolacak nasılsa. Bir de zaten gürültülü bir oda burası. Anahtar bir yerlerde şıngırdayacak olsa duyamam. Hem güneş de az vuruyor içeri. Parıldayamaz da. Bırakalım şimdi anahtarı. Kapıyı açmak kolay, bak odada kalamayanlar bir şekilde bulmuş yolunu, çıkmış. Bir zamanlar ben de bulmuştum. Mühim olan anahtar yastığının altında dahi olsa aldanmayıp bu odada kalabilmek, katlanabilmek.”

 Cümlesini bitirdiği gibi kalktı, mutfağa gitti. Arkasından seslendim.

“Yıllardır katlana katlana ufacık kaldın.”

 İçeriden su sesi gelmeye başladı. Peşinden gittim. Bulaşık yıkamaya başlamıştı. Tam sesleneceğim esnada aspiratörü çalıştırdı. Ocağa baktım, yemek pişmiyordu. Dönüp baktı. Eliyle ortamdaki gürültüyü işaret etti, yüzünü buruşturdu. Ziyaret bitmişti. Dış kapıya yöneldim. Tam kapıyı üzerime çekecekken koşar adım geldi. Kısa bir an göz göze kaldık. Sessizliği son defa o kesti.

“Güle güle.”

“Hoşça kal.”

Yorum bırakın