Flaş! Flaş! Flaş! … Flaş bir haber uyku mahmuru gözlerimin önünden hızla geçiyor… Yeni bir güne uyanmışım uykumu bile alamadan. Ben mi uyanamadım, haberlerde izlediğim bu şey rüya mı gerçek mi, ayırt edemiyorum. Uykudayım ben zaten, hep uykuda.
Evet, evet doğru görmüşüm. Televizyonda son dakika bildirileri yanıp sönüyor. Kanalları tarıyorum. Tüm kanallarda büyük puntolarla şoke edici bir haberin anonsu geçiliyor. “Yeni alınan hükümet kararıyla ülkemizde geçici süreliğine doğum yapmak yasaklandı.” deniyor. “Ayrıntılar birazdan…”
Alt yazının sonunda üç nokta. Habere değil de alt yazıdaki o üç noktaya sinir oluyorum o an. Şu haberciliği de bir öğrenemediler gitti diyorum. Biz üç nokta sevmeyiz ki, ünlemi de. Nokta koysalar ya şuraya.
Tüm dirayetimi toplayarak izlediğim haberi hazmetmeye çalışıyorum. Elimde olmadan “Hadi be oradan!” diyerek bağrışıyorum. İnanamıyorum duyduklarıma.
Çünkü inanılır gibi değil. Bir anda aniden verilen bir kararla doğumlar yasaklanmış ülkede. Bundan böyle doğurmak yok. Olacak şey değil.
Haber sunucuları da benim gibi şokta.
Son dakika gelen yeni bir açıklama daha yorum yapılarak sunuluyor kanalların birinde: “Ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü şartlardan dolayı mevcut nüfusunun korunma kararı alınmış. Belirsiz süreliğine. Tekrar duyuru yapılacakmış halka. Önümüzdeki birkaç yıl çok kritikmiş. Ani ve beklenmedik bir şekilde cereyan eden nüfus patlaması yaşanıyormuş.”
Bu açıklamayla birlikte sonunda dikkat kesilebiliyorum haberin içeriğine. Tüm kanalları teker teker gezmeye başlıyorum, basının ve halkın ilk tepkisini görmeye çalışıyorum. Muazzam bir öfkeyle karışık merak var içimde.
Bir anda elim istemsiz bir şekilde telefonuma gidiyor, bir yandan sosyal medyayı da takip edeyim bari diyorum. Telefonu elime alıyorum ama bir yandan da gözlerim pencerede. Sokaklara bakıyorum var mı bir hareket, bir tek ben mi izliyorum bu haberi diye. Ortalık sessiz, sakin. Sokaklarda herhangi bir sıra dışı hareketlilik yok. Herkes yine sıradan bir günün getirdiklerini yaşıyor. İşinde gücünde. Birazdan sokağa dökülürler herhalde, haber herkese ulaşmamıştır ki daha diyorum içimden, gerçi belli de olmaz sessiz kalabilirler duyduklarında. Kendimi olacaklara daha fazla şaşırmamaya hazırlıyorum şimdiden.
Televizyonda ise hala yeni bir bilgi yok. Çoğu haber kanalı otoritelerden gelecek detaylı açıklamayı beklerken bir aceleyle yorumcuları çıkarmışlar stüdyolarına. Tanıdık yüzler ülkede karşılaşılan bu yeni olağanüstü durumun değerlendirmesini yapıyor. Bu kararın neden ve nasıl alınabildiğini, sebeplerini, sonuçlarını tartışıyorlar. Bazıları, “Ayrıntılar bir gelsin de durumu ona göre değerlendirelim, bir şeyler söylemek için çok erken” diyor. Neyin ayrıntısı nasıl verilecekse. “Gerekçe mi sunacaklardı halka ya Allah aşkına” diyorum, gülüyorum.
Yorumculardan bazıları da “Biz bunu öngörmüştük, eski yayınlarda dile getirmiştik ısrarla, toplumun böyle giderse olacağı bu demiştik, hatta anket bile yapmıştık, tüketim toplumu olduk, üretmiyoruz, şimdi üreme hakkımız da gitti bakın işte geldiğimiz noktaya.” diyerek veryansın ediyor. Kimisi de “Bu var ya bu, kesinlikle kabul edilemez bir durum, devlet böyle bir şeye kendi kendine karar veremez, buna itirazlar çok şiddetli bir şekilde gelecektir, toplum ayağa kalkacaktır, bu saatten sonra hiçbir şey eskisi gibi olamaz, bakın bu kararın geri dönüşü yok, bizim toplum üretmese de üremeyi seviyor, onları ayakta tutan şey bu, öylece bir anda ellerinden çekip alamazsınız.” diyor.
Sanki ilk defa birileri bizim adımıza karar vermiş de sanki ilk defa birileri insani bir hakkımızı elimizden almış da. Şu anda kim, neden diye sorabilir, nasıl bir şeyleri sorgulayabilir Allah aşkına, diyorum. Gülüyorum, geçiyorum o kanalı da.
Kanalların diğer çoğunluğunda ise, “Devlet yine gerekeni yaptı, bu krizi de çok iyi bir ustalıkla yönetecektir, doğru zamanda çok yerinde alınmış bir karar alkışları atılıyor. Halkımız bu kararı da anlayışla karşılayacak, her zamanki gibi devletinin yanında olacaktır.” deniliyor. Kahkahalar atıyorum delice.
Sosyal medyaya göz atıyorum tekrar, herkes profilinde haberi paylaşıp duruyor. Öfkeli, nefret kusan çığlıklar atıyor, küfürler savuruyor. Aynı haber ve paylaşımlar aynı insanlar tarafından altı, üstü, kenarı çizilerek tekrar tekrar gönderiliyor. Sayfam aynılıktan geçilmiyor. Akış mı yenilenmiyor diye kontrol ediyorum. Hayır, sayfam güncel. Bir sinirle fırlatıyorum telefonu sehpaya.
Sakinleşmeye çalışıyorum. Cama baktığımda sokakta bir hareketlilik görüyorum, kendimi hemen dışarı atıyorum.
Nihayet beklediğim insan gruplaşmaları olmuş mahallede. Haberleri tartışıyorlar aralarında. Kulak kabartıyorum.
Kadınların çoğu şok içinde. Bazıları “Bu benim en doğal hakkım, nasıl elimizden alınır, akıl alır gibi değil. Bu gerçek olamaz, şu hayattaki tek hayalim evlenmek, çocuk doğurmak, bir aile kurmak, nasıl olur böyle bir şey? Nasıl bir çağa denk geldik, Allah’ım felaketlerin ardı arkası kesilmiyor, ne olur sen yardım et bize!” diye feryat ediyor. Bazıları da soğukkanlı bir şekilde “Mevla’m neylerse güzel eyler.” diyor. Kimisi de çığlık çığlığa “Benim bedenim, benim kararım! Artık çok ileri gittiler, sınırı aştılar ama! Bir şeyler yapmalıyız, sesimizi çıkarmalıyız, boyun eğemeyiz, eğmemeliyiz.” diyor. Bir iki tanesi de “Şu anda hamile olanlar ne olacak peki? Ne zamandan itibaren doğuramıyoruz, içimizdekileri dışarı çıkarmamıza izin verirler herhalde değil mi?” diye soruyor.
Erkeklerin çoğu kayıtsız. “Bu kadınları ilgilendiren bir mesele gibi duruyor.” diyor bazıları birbirlerine. Kadınların verdikleri tepkileri anlamaya çalışıyorlar sanki bir yorum yapmadan önce. Bazısının da yedi on çocuk hayalinin hangi ömre ne zaman yetiştirebileceği kaygısı yüzlerinden okunuyor. Kimisi de eşini sakinleştirmeye çalışıyor. “Allah ömür versin de sağlık versin de hallederiz bir çaresi bulunur be hatun, vardır bir bildikleri.” diyenleri duyuyorum.
Toplaşan minik gruplardan bazıları ise birbirlerine değil de telefonla aradıkları yakınlarından duymak istiyor yorumlarını. “Duydun mu ya haberi, eee, ne olacak şimdi?” soruları duyuluyor her birinden. Şaşkınlık ve korku içinde bir medet umuyorlar telefonun ucundakilerden. Aradıkları cevapları onlarda da bulamayınca hepsi büyük bir hayal kırıklığıyla kapatıyor telefonlarını.
Kimseyle muhatap olmadan eve geri dönüyorum. Televizyonum hala açık. Sesini kısıyorum. Sadece görüntü olsun yeter.
Bu sarsıcı haberin getirdiği şoku hala atlatamamışken, dışarıdan kulağıma çatal bıçak sesleri çalınıyor. Cama çıkıyorum, etrafımdaki evlerin pencerelerini gözlüyorum. Meğer akşam olmuş, hava kararmış hiç de fark etmemişim. İnsanlar işten çıkmış evlerine gelmiş, sofralar kurulmuş bile. Sokaklarda deminki hararetli kalabalıktan hiç eser kalmamış.
Ben de koltuğuma geçip televizyonun sesini açıyorum tekrar, akşam haberlerini şöyle bir dinleyeyim yine de diyorum.
Pek de bir değişiklik yok.
Geç saatlere kadar gündemi her yerden yakından takip ediyorum. İç sıkkınlığımla mücadele etmekten bitkin düşmüş bir halde yatağıma geçiyorum. Belki bu gece uykumu alırım umuduyla. Hatırlatıyorum kendime, ne demişlerdi: “Sabah ola, hayrola.”