Senden, Benden, Bizden

Hanife

 Rahmetli annem, benim doğumumda zorlandığını anlatırdı. O kadar çok kanamam oldu ki yüklükteki yorganlara bile kan sıçradı. Peşine de eklerdi, Ebe Naciye bile şaştı kaldı diye. O zamanlar ebelik yapan kadınlara bir bilgelik, bir ermişlik, bir yücelik atfedilirmiş. Hayatın en kutsal anlarından biri olan doğuma şahitlik ettiklerinden mi yoksa hiç tıp eğitimi almadan kadınları doğurtmak gibi bir meziyete ve cesarete sahip olduklarından mı!

 O zaman ebe Naciye bir kehanette bulunmuş benim için, çileli olacak zaar bu yavrucak, demiş. Yıllar ebe Naciye’yi haklı çıkardı. Yedi çocuklu evin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldim. Evimizde hep bolluk, bereket vardı. Daha çocukluğumdan itibaren, pek severdim okumayı. Yeni yerler görmeyi, farklı lezzetleri tatmayı, el işini, ev işini, evin içinde dolaşan boy boy yeğenlerimi…

 Hayata dair ne varsa severdim. Liseye yeni başlamıştım, biriyle tanıştım. Çok da sevdim. O da beni çok seviyor sanıyordum ki arkadaşlığımızın ikinci yılında evli olduğunu öğrendim. Yalnız ben değil bütün mahalle öğrendi. Ağabeylerim, elini bile tutmadığım bu adamla olan arkadaşlığımı, namuslarına leke saydılar. Beni okuldan alıp, yanlarındaki sümsük Süleyman’a verdiler. Süleyman yalnız sümsük değildi, sümüğünü silmekten bile acizdi. Çok geçmedi bir kızım oldu. Ama ben Süleyman ile olamadım. Evliliğime son verdim. Bir çocukla yedi yıl baba ocağında yaşadım. İncindim, kırıldım ama öf demedim. Camın önüne bile oturmadım.

 Nihayetinde karşıma Hamza Ağa çıktı. Hamza Ağa’nın hanımı ölmüş, zengin adam, yakışıklı benden de yirmi iki yaş büyük. Severim ben yaşı büyük erkeği, olgun olur dedim. Çok sevdim gerçekten. Köyünün Hanım ağası oldum. Fakat Hamza Ağa beni çok kıskandı. Doktora bile salmadı. Kapı dışarı çıkarmadı. Nereye gitsem hep yanımda bir adamı vardı. Yetmiş beş kilometre ötemdeki ailemi göremedim, salmadı. Kimseye derdimi diyemedim. Yetmiş sekiz yaşına girdi Hamza Ağam ama yaşlandıkça daha bir kıskanır oldu. Beni yakıştırmadığı kimse kalmadı. Komşuya geçsem soyar, vücudumda başka bir el izi var mı diye bakardı, sanki bakarak anlayacak gibi. Yemek yaparken başımda durur, yaptığım kahveleri önce bir yudum bana tattırır oldu. Zehir kattıysam diye önlem alıyormuş. Dayanamıyordum. Bir gün bayılmışım. Çocuklar hastaneye götürmüşler. Hemen oracıkta anlattım genç doktora, “Teyze, senin eşin de Othello Sendromu var, doktora gitmesi lazım,” dedi. Diyemedim Hamza Ağa’ya çok kızar. Doktorla da işi pişirmişsin, diyecek diye korktum. Ama Hamza Ağa ölünce turlara katılacağım, deniz kenarından yazlık alacağım. Dünyanın en ücra köşelerine kadar gideceğim. Ben bu hapishaneden kurtulmayı hiç düşünmedim. Seviyorum kocamı, o da beni çok seviyor, Haniş’im der de başka bir şey demez. Ama o ölünce özgür rüzgârlar gibi alıp başımı diyar diyar gezeceğim.

Seher

 On iki yıl oldu. Bu on iki metre karelik odaya geleli, tam on iki yıl… Hiç sevemedim. Hiç alışamadım. Yaşıtlarım bana göre değildi ki! Çocukluğumda da gençliğimde de ve nitekim ihtiyarlığımda da onlar gibi olamadım. Kendi dünyalarında yaşıyorlar, kimi dine adamış kendisini, kimi aklını kaybetmiş, kimi evlat torun hasretinde kederiyle susuyor. Tek ortak paydamız var burada yaşamak hiç birimizin tercihi değil!

 Erken göçtü benim eşim, birlikte yaşlanamadık. Çocuklarım kendi dünyalarında bana yer ayıramadılar. Gözümüz arkada kalmasın, sen yalnızken işimize odaklanamıyoruz dediler. Beni buraya getirdiler. Arkadaşların olur dediler, kalabalıkta vakit geçirirsin dediler. Hiçbir çokluk onların yokluğunu dolduramıyor burada.

 Odamın bahçeye bakan camının önünde bir kiraz ağacı var, her gün ona anlatıyorum derdimi. Kışın kar yağıyor gelinlik giymişsin diyorum. Bahar geliyor çiçekleniyor. Çiçekli fistan seni açmış diyorum. Duyuyor beni biliyorum. Hayat denilen yolun öyle manzaraları var ki şaşar kalırsın diyorum. Beni hep dinliyor. Bazen çocuklarımla evimde geçirdiğim son bayramda çektirdiğim fotoğrafla konuşuyorum. Gözümüz arkada kalmasın, diyerek bıraktınız beni buraya ama ben sizi büyütürken gözümü sizden hiç ayırmadım diyorum.

 Bir zeytin ağacının, bir külçe altından daha değerli olduğunu, daldaki güle, sokaktaki kediye sahip çıkmanın ne kadar önemli olduğunu anlattım hep. Yaşama sanatının en değerli sanat olduğunu, değerini bilmenin önemini anlattım. Bahardan mı bilmem, içimde bugün öyle bir his var ki sanki gelecekler beni alacaklar buradan. Son demlerimde bana özgürlüğümü tekrar bağışlayacaklar.

Aslı

 Saat sabahın beşi. Otobüs tesiste mola verdi. Hava ayaz. Sigara içmeye indim. Çocuklarımdan ayrılmanın sızısı, soğukla birlikte içime işliyor. Otobüsün camlarını yıkıyorlar. Aklım yine Osman’da, ne işin var senin itle kopukla, aile babasıyım başıma bir iş gelirse nice olur halim, demedin. Gittin, sokuldun yanlarına.

 Kim, sana niye şirket kursun. Anlamadan, okumadan senetlere imza atmış Saftirik. Dolandırılmış. Kurdukları şirketi de borçlandırmışlar. Osman’a kaldı borçlar. Parası yok ki Osman’ın, gün kazanır gün yer. Ödeyemeyince bırakmadı devlet baba yakasını. Altı yıl, yedi ay, on gün ceza verdiler. Köyde çalışarak bakamadım çocuklara, geçinemedik. Annemin dayısının hanımı yatalak bir kadın. Onun bakımını üstlen ama çocukları getiremezsin dediler. Çocukları anneme bıraktım. Huysuz ihtiyara bakıyorum çocuklarımın geçimi için. Ama son dört ay, Osman çıkacak dört ay sonra. Çürümüş yumurta kokan o evden de huysuz ihtiyardan da kurtulacağım. Evime döneceğim. Osman’la beraber ben de özgür olacağım.

Meltem

 Hastanenin camından dışarıyı izliyorum. Kar yağıyor. Sokak lambaları yalnız şehri aydınlatmıyor, dışarıdaki tipinin şiddetini anlamamı da sağlıyor. Kar şehri kapladıkça içim içime sığmıyor. Yarınki ameliyatı düşündükçe, sevincim içimde coşuyor. Bütün ömrüm bu ana ulaşabilmenin hayali ile geçti. Tedavi sürecim başladığı zamandan bugüne çok yol katettim. Ben, yanlış bedene konulmuş bir ruhtum şimdiye kadar.

 Benim için seçilen bedenle ruhum eşleşememişti bir türlü. Dokuz yaşında bir çocuk sapık olabilir mi? Dokuz yaşında bir çocuk rol yapabilir mi? Adım Erhan. Adımı başkasından duyduğumda da nefret ettim, optik kodlama yaparken de nefret ettim. Ben Erhan olamazdım. Ben benim için seçilen bedeni kabul edemezdim. Ruhum ile bedenim birbirinden o kadar farklı ki…

 Çok eziyet çektim. Ailemin, soylu Karahanoğlu ailesinin yüz karası oldum. Önce baskılandım. Sonra yok sayıldım. Toplumda da dışlandım. Vebalı topluma vebayı ben bulaştırıyormuşum gibi muamele gördüm. Ruhum bedenimden çıksın istedim olmadı. Yapamadım. Ama daha fazla bu bedende taşıyamayacağım kendimi. Yarın bedenimde ruhumla ahenk içinde olacak. Bana ait olmayan bu bedeni yeniden inşa ediyorum. Erhan hapsolduğu yerden buharlaşıp uçarken; Meltem, özgürlüğe yelken açacak.

Zeynep

 Hava serin, otobüsü bekliyorum. Şirket yine hiç bilmediğim bir adresi göndermiş, nerden bileyim ben Ümitköy nerde? Dokuz senedir Ankara’da yaşıyorum, daha geçen hafta çıktım Ata’mın huzuruna. Sanıyor ki şirket; biz Ankara’yı sokak sokak geziyoruz, biliyoruz. Karnını zor doyuran insan, nerede gezsin. Altı yüz yirmi ikiye biniyorum. Otobüs tıklım tıklım. Yanımdaki amca sabahın köründe işkembe mi içmiş ne? İleriye gideceğim de ne mümkün…

 Sora sora Mekke, Medine bulunur demiş atalarımız. Sora sora bulacağım elbet. Belim tutmuyor. Ayakta durmakta zorlanıyorum. Eda’nın düğününü bir yapayım, daha çalışmayacağım. Çeyiz seti istiyor anasının kuzusu, nişan yapalım istiyor, yatak odası takımı alayım istiyor. Alacağım dedim kınalı kuzuma söz verdim. Ama bir bitsin bu işler… Çocuğumun gittiği yerde yüzü kara çıkmasın tek dileğim. Sonra ben de çalışmayacağım.

 Önceki gün gittiğim evin sahibi kadın nasıl zalimdi, nasıl kötüydü. Daha kapıdan girerken, üzerini orada çıkar dedi. Hemen peşi sıra nefesimiz birbirine değmesin diyerek maske verdi. Ben maskeyle çalışamam deyince kızdı. Yemeği ben vereceğim diye konuşmadık şirketle dedi. Yemek vermedi. Mutfağı temizlerken ekmeğinden çaldım. Allah affetsin. Pili bitmiş saate baktım durdum. Zaman geçse de evime gitsem diye. Neyse, Eda bir gelin olsun, atacağım ben de komşularla kilimi kapının önüne, çayımı içeceğim keyifle. Borcu harcı olmayan, kocasının kazancı ile geçinen komşularım kadar özgür olacağım ben de.

4 thoughts on “Senden, Benden, Bizden”

  1. İşte tamda bizim günümüzün kadınlarını anlatan bir yazı… farklı hayatlar bir tek arzuları aynı… kilimi kapı önüne atıp cay içmeyi isteyecek kadar da basit bi özgürlük… cok gorulmesin bu kadınlarımıza… kalemine sağlık…

Yorum bırakın