Obur Dünya -2-

-Lütfen bu yazıyı aç karnına okumayınız, yemeklerden sonra bünyenize alınız- 

 Çocukluk anıları sandığını şimdilik usulca kapatıp konumuza kaldığımız yerden devam edelim mi?
 Hani “bundan bin yıllar önce insanlar yiyeceğe ulaşırken ne zorluklar çekmişlerdir acaba hiç merak ettiniz mi?” diye sormuştum ya, o konu. Hoca Nasreddin’in “Bir dirhem bal için bir çeki odun yiyemem.” diye tabir ettiği keçiboynuzu mesela… Bunu yemek kimin aklına gelmiş olabilir ki? Şöyle olmuş olabilir mi dersiniz? Ağacın bazı olgunlaşan ve olgunlaştıkça içi bal dolup ağırlaşan meyveleri bağlandığı dalları aşağı sarkıtınca buna boyu yetip de afiyetle yiyen bir keçiyi mi taklit etti, bizim büyük büyük dedeler acaba? 

 Aslında bir baklagil olan keçiboynuzu aşırı kurumuş halde tüketilmesi nedeniyle çok fazla da şeker içerir. Çekirdekleri de öğütülüp toz halde tüketilen ve pek şifalı olduğu bilinen bir bakladır. Çekirdek demişken hani büyüklerimizden duymuşsunuzdur, eskiler bir düğüne, bir davete çok şık şekilde giyinmiş gelenlere “iki dirhem bir çekirdek” derler ya, işte o çekirdek tam da bu çekirdek. Dirhem ise eskiden sarrafların kullandığı hassas bir ölçü birimi. (Yaklaşık 3.2 gram kadar olan dirhem ise 16 çekirdek ediyor) iki dirhem bir çekirdek de 1 tam altının o zamanki ağırlığından geliyor. Yani bu sözü söyleyen kişi karşısındakine aslında parıldıyorsun, altın gibisin demek istiyor, ne nazik bir iltifat…

 Yine yemekten saptık, giyim kuşama hatta mücevherata gittik bu sefer. Yemeklerin başka bir güzelliği de bu bana kalırsa. Kültürün o kadar odağında ki bazısı, bizi bir konudan diğerine atlatıp aklımızın kıvrımlarında dolaşmamıza neden oluyor. 

 Keçiboynuzundan başka bir şifalı bitkiye geçelim öyleyse. Enginar. Elbette seveni kadar burun kıvıranı da çoktur ama ben tazesini bir limonla meze yapıp çiğ bile yerim, kimse kusura bakmasın. Aslında bir çiçeğin, hem de çiçek demeye bin şahit gereken, dikeni kendinden çok, ismi bile eziyet gibi gelen devedikeninin ehlileştirilmesiyle sofralara girmiştir. 

 Devedikeni deyince James Horner’in muhteşem A Gift of a Thistle bestesiyle süslenen tüm zamanların en iyi filmlerinden Braveheart (Cesur Yürek) filmindeki o sahneyi de şuraya iliştirmeden edemezdim. Devedikeninin bir çiçek olduğunun en masum kanıtıdır:

https://youtu.be/-A8A2VblCpw

Dedim ya işte bazısı kültürün öyle ortasındadır ki nereden nereye götürür insanı… Peki bunu da mı keçi yedi diyeceksiniz, öyle kolaya kaçmayacağım bunda da bir fikrim var. Çayırlıkta kuş gözlemi yaptıysanız saka kuşlarının en çok bu çiçeğe konduğunu görmüşsünüzdür belki. Minik pençeleriyle dikene batmadan bu çiçeğe tüner ve yine minik gagalarıyla birkaç darbede çiçeğin o faydalı tohumunu alıverirler. Rahmetli Arnavut Şevket olsa da o anda sevinçten nasıl öttüklerini bize tarif etse…

Mevsimi geçmeden Urla’nın şahane enginarlarından alıp yerken devedikenini ehlileştirip sofraya koymayı akıl eden dedelerimize de ne kadar teşekkür etsek az…

Yorum bırakın